Yılmaz Bilgen ile Röportaj

01 Temmuz 2019 11488

Suriye meselesini en başından beri hem de doğru his ve fikir nazarıyla takip eden birisiniz. Bu vasfınızla geldiğimiz nokta itibari ile ve de sohbetimize girizgah olması için Suriye meselesine dair kısa ve toplu bir değerlendirme yapabilir misiniz?

            Suriye meselesinin aslında arka planı ilk olarak 1900’lerin başında Birinci Dünya Savaşı'nda Filistin ve Suriye'deki İngiliz harekâtını yöneten İngiliz General Allenby’nin bir ayağını Selahaddin Eyyubi Hazretlerinin mezarının üzerine koyup: ‘Kalk Selahaddin! Biz yine geldik!’ demesiyle başlayan ve sonrasında 2011’e kadar devam eden süreçteki biriken enerjinin dışa vurumudur. Bu nasıl oldu derseniz, Suriye’yi 1946’ya kadar sömürge düzeniyle Fransızlar yönettiler. Daha sonrasında çok parçalı İslam coğrafyası planının devamı olarak Suriye Arap Cumhuriyeti adı altında kukla bir cumhuriyet ürettiler. Sözde “Cumhuriyet” dedikleri şeyin başına da kendi kuklalarını yönetici olarak atadılar. 1967-68 sürecinde de bunu Hatay-İskenderun bölgesindeki azınlık Nusayrilerden olan Suriye’de hiçbir karşılığı olmayan ve işbirlikçi olan (dedeleri iş birliği yapmış) bir adama, Hafız Esad’a yönetimi devrettiler. Aslında burada bugüne kadar Suriye devrimi konuşulurken arka plan çok göz ardı ediliyor. 1966’da Hafız Esad’ın savunma bakanı olması ve darbeyle iş başına gelmesi sonrası Esad'a ölümüne bağlı, aile bireylerinden seçilmiş insanlardan oluşan 14 farklı istihbarat yapılanmasından bahsediliyor. Bu yapılanmalardan bazıları mesela işkence merkezi olarak kullanılan hava kuvvetleri, emniyet, asayiş, hayatın günlük seyrinde gördüğümüz normal tapu meselesinden tutun, nüfus meselesine, kimlik meselesine kadar hemen her kurumun bir istihbarat örgütü ve yapılanması var. Alt birimleriyle birlikte 35’e kadar çıkarıyorlar bunu ama belli başlı bilinen 14 tane istihbarat örgütü mevcut. Mesela normalde Amerika’da FBI, CIA varken Suriye’de 14 ayrı istihbarat örgütü var. Bunların hepsi birbirinden bağımsız ve doğrudan Hafız Esad’a ya da Beşer Esad’a bağlı. Hiç Kimseye hesap vermiyorlar, böyle bir boyutu var. Yine mevzu bahis süreçte tabi ki Hama bir kırılma noktası. 2011’de diğer ülkelerle birlikte Suriye halkına baktığımızda aslında hakikaten çok meşru, masum talepleri vardı. Ne istiyorlardı? Bu ülkede bir seçim olsun, biz de oy kullanalım ve bizim oyumuzun bir karşılığı olsun. Bu kadar…

Başta bahsettiğiniz gibi, bir enerjinin patlaması bu aslında değil mi?

Kesinlikle, 1918-2011 aralığının enerji patlamasıdır bu. Ama tabi 2011’e gelene kadar ki süreçte birçok yaşanmışlık ve gerçekler var. Suriyelileri dinlerseniz eğer inanılmaz yaşanmışlıklar anlatırlar. Kadını, erkeği on binlerce insan tanıdık bu savaş süreci içerisinde ve onlardan binlerce hikaye dinledik. Orada gülümsemek ve tebessüm etmek için bile çok az sebep var. Özgür bir insan olarak şöyle özgürce bir hava soluyarak, bir an için olsun tebessüm etmeyi halkına çok gören bir anlayış ve bir idare var. Hakikaten insanın düşündüğünde bile irkildiği hadiseler duyduk. Bir gün Hama’da Müslüman bir kardeşimizin kızını, tesettürlü haliyle okuduğu lisenin çıkışında Mahir Esed’in adamları 8-9 kişi gelip kaçırıyorlar. 13, 14 gün boyunca tecavüz ediyorlar. Sonra geri getirip öylece bırakıyorlar. Bunun gibi bir dünya olay var. Şebbiha denilen canilerin hikayelerini anlatsak yürek kaldırmaz. Savaş sürecine fiilen dahil olanlar dışında yaşlı başlı, öyle devrimmiş, Suriye ayaklanmasıymış falan bilmeyen insanlar da var. Onların ağızlarından 1950’leri, 1960’ları, 1970’leri çok fazla dinledim. Yani ortada öyle özgür bir ülke fotoğrafı falan yok. Tam tersi çok iğrenç bir devlet var. İnsan eşine bile güvenemiyor yani. Hani yerin kulağı var derler ya, Suriye de tam olarak böyle. Korkunç işkenceler hala devam ediyor. İnsanlar gidip sorsunlar o hapishaneleri, insanlık dışı işkence merkezleri yani belki birçok ülkede var ama Suriye’de hala aleni ve Suriye rejiminin karakteristiğini, oradaki kalkışmanın sebebini, arka planını bu hapishaneler bile anlatır. Yani aklınıza gelen her türlü işkence metodu ve usulü var. Bu noktada mevzuya farklı bir boyut getirelim. Bu söyleyeceklerimi çok kimse bilmez, konuşmaz belki ama enteresandır ki Suriye muhaberatının veya Suriye istihbarat örgütlerinin işkence yöntemiyle MOSSAD’ın işkence yöntemleri tıpatıp aynıdır. MOSSAD Filistinlilere karşı veya dünya üzerinde başka yerlerde ne gibi yöntemlere başvuruyorsa Suriye’de de birebir kopyasını görüyoruz. Suriye ilginç bir şekilde MOSSAD’ın tatbik alanı.

Bu aslında aralarında görülmez bir bağın olduğunun bir yansımasıdır diyebilir miyiz?

            Ben komplocu değilim, gazeteciyim ve gördüğümü söylüyorum. Birçok hapishaneye girdim, birçok ele geçirilmiş serbest bölgelere de girdim. Halep'i ve Kuzey bölgelerin bir çoğunu gördüm. Rakka’ya girmiştim, oraları da görme şansım oldu. Benim gözlemlediğim, duyduğum, bildiğim çerçevede Suriye MOSSAD’ın tatbik alanı. Bir çok komutan ile konuşma imkanım oldu ''Golan savaşını Hafız Esed resmen ikram etti. Tek bir mermi atmadan o bölgeden çekildi. Şama kadar girdi ve o dönemde İsrail’den resmen çekilin emri geldi ve çekildik.'' dediler. O dönemin rütbeli adamlarıyla tanıştım, albay düzeyinde, binbaşı düzeyinde hala Türkiye’de olanlar da var bunların içinde. Zaten Beşer Esed Suriye’ye karşı ya da o topraklara karşı, o halka karşı herhangi bir sorumluluk duymuyor. Bugün dünyanın neresinde olursa olsun bu bombardımanları bir işgal gücü yapmazken, o 450-500 milyar dolarlık fabrikayı, evi, Suriyelilerin dişiyle, tırnağıyla yaptığı her şeyi sadece bombardımanla yerle bir etti. Yani buna muhalif deyip geçemezsin. Muhalif olmanın arka planında biriken öfkeyi ve onları bu öfkeye iten sebebi Beşar Esed’in 8 senesinde görebilirsiniz. Bu, bir günde ortaya çıkmış bir şey değil yani. Taraflar bir günde bu duruma gelmedi. İki buçuk yıl boyunca Suriye’de hiç ışık yakamazdık. Her arabanın başında bir helikopter bitiyordu. Hiç unutmuyorum bir gün gece saat 11-12, Halep’e girdikten sonra bir uçak bizi takip ediyor. Şeyh Neccar bölgesinde bir evin yanından geçtik, evin köşesinden uçak vurdu bizi. Lamba falan da yok ortada, teybin ışığını görüp vurmuş. 2-2.5 yıl ışık yaktırmadılar. Yüzlerce kaza oldu, insanlar bu yüzden şehit verdi. Nereden biliyorsunuz bu aracın askeri mi sivil mi olduğunu da uçakla vuruyorsunuz? Doğuma giden bir hasta da olabilir bu, ya da ailesini Esed bölgesine geçirmeye çalışan, muhaliflerden kaçan bir aile de olabilir. Bu vahşiliktir, insanlığı ve asgari değerleri çiğnemiş iğrenç bir yönetimdir. Savaş öncesinde gidenler bilir, herhangi bir polisin veya bir askerin yüzüne baktığınız zaman farklı bir mesajı olduğunu görürsünüz. Zaten sivilleri adam yerine koymuyorlardı. Arka planda böyle şeyler yatıyor. 2011’deki 8 aylık süreçte zaten kimse silah bile almadı ama 2011 Mart’a yani savaşın ilk başladığı sürece kadar verilen şehit sayısı 2300-2400. Bu da az bir rakam değil. Bunlar sivil vatandaşlardan protestocular, göstericilerdir. Halk özgür olmak ve Cumhurbaşkanını, belediye başkanını seçmek istiyor. Bundan doğal ne olabilir? Biliyorsunuz geziciler burada belirlenen kurallara göre seçilen üstlerine başkaldırıp evleri, sokakları vesaire yaktılar… Bugüne kadar Suriye’de oy kullanılmadı. Ben birkaç seçim oradaydım. O zamanlar Halep’in %60’ı bizdeydi sadece Cemiyet el-Zehra denilen bölge Esed rejimindeydi. Adamlar oy kullanma oranını %76 göstermişler. O bölgede yaşayan taş çatlasın 250 bin insanla %76 göstermişler ve o %76’nın da %97’si Beşar Esed’e oy vermiş. Yani düşünün, Esed, Halep’in neredeyse %70’ini kaybetmiş, o kaybettiği bölgede, yani muhalif bölgelerde bile kendisine oy verilmiş komediye bak. Sandık mı kurdun sen sanki? Çobanbey’e, El Bab’a, Azez’e, Münbiç’e sandık mı kurdun ki? Sahte bunlar… Beşer Esed rekor kırdı, %88 ile seçilmişti. Büyük bir komedi bu... Ve bu millet de bu tablo değişsin dedi, bu çok normal... Her medeni ülke, her vatandaş bunu ister, bunu yapar…

Başlarda sokaktaki adamdan devlet başkanına kadar herkes, savaşın erkenden ve bizim lehimize olarak noktalanacağını öngörüyordu. İşlerin ters gitmesini, bilindik sebeplerle beraber en çok hangi “pek bilinmez” sebebe bağlarsınız?

Buna biraz konjonktürel, biraz bölgesel de bakmak lazım. Birçok ülke aynı şekilde ayaklandı. Tunus’ta, Yemen’de, Libya’da vesaire… Yani bunu böyle tekil olarak ele almamak lazım. Bu kaçınılmazdı. Şöyle bir hikaye var.. Bir çocuk içeri alınmıştı, ben oradayken gördüm bunu, canlı olarak izlemiştim. 2012 veya 2013 yılı 20-25 kişi orada bir tugayı basmışlardı. Aslında şöyle, çocukken gösterilere falan katılıyor, askerler bir tane ağabeyini ve kız kardeşini alıp götürüyor, bunlar iki kardeş kaçıyorlar. Daha sonra da 20-25 kişi toplanıp o tugayı basıyorlar ama kız kardeşine çoktan tecavüz edilmiş. Binlerce olay var böyle. Evine, kardeşine, namusuna bir baskın olduğu zaman, bunu ister devlet adına yapsın, ister bir örgüt adına o anda bir hazırlık düşünmezsin, neyin var neyin yok karşı koymaya çalışırsın. Suriye’deki süreç böyleydi. Bunun yanı sıra Suriye’de Müslümanlar bir motivasyon ve bir gerekçeyle ayaklandılar. “Bu adam bizden değil!” dediler. Suriye’de Nusayrilerin yüzdesi %4-%5’tir. Niye 50 senedir bu azınlığın adamı geliyor da bizleri yönetiyor diye düşünüyorlardı. Bunu dünyanın neresine giderseniz gidin göremezsiniz ama Suriye’de böyleydi ve bunu çokta abartıp, komplo teorileriyle veya zorlamalarla falan açıklamaya gerek yok. Suriyeliler ilkel bir kabile falan olsa ben yine bunları söylerdim. Yani neden mecbur olsunlar bu adama, bu rejime? Biraz buradan bakmak lazım. Ama sonrasında bu devrimin dinamikleri, öfkesi kullanılmaya ve bir şekilde, konjonktür hesabı kovalayan emperyalistlerce veya İran gibi Rusya gibi bölge devletlerince falan kullanılmaya çalışıldı mı? Evet, bu oldu. Amerika, Fransa, Hollanda bunlar aktif olarak savaşın parçaları. Bunların Suriye’de, Ürdün sınırında veya Rojava dedikleri işgal bölgesinde, PKK bölgelerinde askerleri ve üsleri var. Yani devrimin mahiyeti, maksadı, kaynağı bulandırılmak istendi mi? Evet. Sabote edildi mi? Evet. İşte ‘ Eğit Donat Projesi’ , ‘Ortak Operasyon Odası Projesi ‘, 2015’ e kadar BAE’nin, Suud’un ‘Biz devrimin yanındayız.’ yalanıyla grupları sabote etmeye çalışmaları, Suriye’nin devrimci mücahitlerini yani sadece özgürlük isteyen, bu işi şeref, onur, izzet bilen ve karşılığında Allah’ın şehadetini ya da zaferini bekleyen insanları paralı askere (Arapçada ‘murtazaka’) dönüştürmek isteyenler var mıydı? Vardı. Zaten genel süreçte ortaya koyuyor işte. 2015’den sonra Suud, işgal devletlerine çok net bir şekilde kuklalar aracılığıyla destek verdi. PKK’ya destek verdiler. Muhalifleri terörist ilan ettiler. Aslında 2015’ in öncesi ve sonrasındaki gelişmeler devrimin rayından çıkarılması ile ilgili arka planda alınan kararlar. Ama bu küçük gruplar mücadele eden ekser Müslümanların samimiyetini gölgelemez. Ben yaşadım o insanlarla… Bir gün haber için yanlarında bulunduğum bir grup, sıkıntılı bir operasyona gidecekti, cephe hattında çok bir şey yiyemiyorsun. Patates vardı. Herkese iki-üç tane ancak düşüyor. Dediler ki, gidenlerin birçoğu dönemeyecek zaten, bütün patatesleri doğrayalım, kalmasın... Öyle de oldu, bunu diyen Ebu Ali operasyonda şehit oldu. Bu kadar da samimiydiler yani. Son patatesleri doğrayan bir motivasyon, o inanç emperyalist alçaklar için, işbirlikçiler için kendini kiraya vermez. Biraz da buradan bakmak lazım. Aksi yok mu? Amerikan tugayları var işte, Arabistan elçisi olanlar var, BAE ile irtibatta olanlar var. Deraa bölgesinden, şuradan buradan gidip Tenef’e taşınanlar oldu. PKK ile iş birliği yapanlara katılanlar oldu. Harameyn diye bir grup vardı. Birçok böyle taraf değiştiren gruplar oldu. Ama bu, ana fikri gölgelemez. Birde bu sonradan oluşan bir süreç. Birçok samimi ve kaliteli insan gördüm. Bire birde tanıdığım Zahran Alluş gibi, Muhammed Fatih Tugayı’ndan Ebu Abdullah gibi, Abdülkadir Salih gibi birçok insan şehit düştü. Çoluklarını-çocuklarını, hayatlarını, varlıklarını ezip bu ana fikir için can verdiler. Devrim fikrinin hala canlı ve diri olduğu, bunun bir ruh olduğunu düşünüyorum. Beşar bunu 1000 yılda bile ezemez. Rusya, Amerika 100 trilyonluk bombardıman yapsa bile bunu ezemez. Bir şey gelmiş insanlara... İnsanlar ezilerek, başını öne eğerek, namusları çiğnenerek yaşamaktansa Abdulkadir Salihlerin, Ebu Abdullahların yolunda gitmeyi daha şerefli görüyor, hala bu yolda ölecek, başını verecek binlerce insan var. Ama bunu anlatamıyorsun, anlamıyorlar... Onları öldürerek bitiririz sanıyorlar. Mesela ben Türkmen Dağı’ndan giriyordum Suriye’ye… O zaman %60’a tekabül eden özgür bölgelerin hepsini geziyordum bir iki askerle. Kimsenin yaşamadan hissedemeyeceği duygular vardı. Havası ayrı esiyordu, insanların yüzündeki tebessüm, yemek, yemeksizlik, su, susuzluk her şey anlamlıydı yani. Bunu yaşayan bir adam gidip de tekrar Beşar’ın, Muhammed bin Zahit’in, Muhammed bin Selman’ın aşağılık, insan hakkının, özgürlüğün, varlığın anlamını boğan o ezikliğe, girdaba tekrar girmez. Bir dakika öyle yaşamak vallahi Beşar’ın, PKK’nın veya başka bir zulmün gölgesinde bin yıl yaşamaktan çok daha şerefli. Her iki dönemi de yaşadığım için söylüyorum. Özgürsün yani. Tamam, her şey olabilir. Kaza da olabilir, hata da olabilir. Bunların hepsinin çözüm yolu özgür insanların irade beyanından geçiyordu. Bunun bir dakikası, zulüm altında bin yıldan daha kıymetliydi. Bunu yaşadılar Suriyeliler veya Mısırlı Müslümanlar, mazlumlar bunu yaşadı yani... Bunu değiştirmeyecekler. Hemen hemen herkes neyi var neyi yok bu ruh için feda etmeye hazır.

 

Tarih, iman ve kültür bakiyemiz, Suriye'de Ehli Sünnet hassasiyeti göstermemizi icap ettirdi. Bu memnun olunası ve takdir edilesi bir durum. Fakat İran da iman ve itikat zıvanasından çıkmış Şia hassasiyeti ile bil fiil Suriye sahasına girdi. Tabi İran temsil ettiği zehrin ülkemizde fakültesini kurmuş bir rejim... Türkiye'de mücadele mücadele içre... Bütün bu çetin şartlar içinde Türkiye ile Suriye'yi felaha erdirecek ince diplomasi rotası kısaca ve sizce ne olmalıdır?

 

Herkes biliyor. Bu, Beşar Esad'ın ayakta tutulmasını varlık sebebi olarak gören bu coğrafyadaki Afganistan ve Mısır'ı da kesinlikle dahil ederek söylüyorum, İslam coğrafyasının, Irak'ta hakeza yaklaşık 350 milyon insanın ateşle imtihanının arka planında elindeki benzinle ve kibritle İran var... Bunu Rusya'yı ya da başkasını daha az kötü göstermek anlamında söylemiyorum. Yaşadığım her an Rusya'nın yaptığı bu katliamları lanetleyeceğim. Rusya'nın çok mazlum katlettiğini gördüm. Haber peşinde koşan bir gazeteci olarak ben de vuruldum ve darbe aldım, yaralandım. Ancak bu işin, bu kanın müsebbibi İran'dır. Ben 2011 yılında olaylar çıktığında Almanya'da bulunuyordum ve orada ne düşündüğümü çok iyi biliyorum. Kesinlikle bunu, İran'ın bölgedeki rolüne karşı bir emperyalist kalkışma olarak nitelendirdiğimi çok iyi biliyorum. Mannheim'da, Frankfurt'da konuşma da yapmıştım. Sonra sahaya geldim, baktım... Ben Halep'e ilk girdiğimde İran'dan gelen ve Arapça bilmeyen Farslıların Aişe annemize küfrettiğini duyana kadar, burada halen vahdet anlayışının hakim olduğunu ve İran ikliminde gelişen yapıya karşı bir direnişin olduğunu düşünüyordum. Ben İran'ın en büyük emperyalist olduğunu birkaç gidiş-gelişimden sonra anladım. Bana kimse İran'ı falan kötülemedi yani... Ben Almanya'dan Türkiye'ye geldim. Suriye'ye girdim, girene kadar bu meselelere böyle bakıyordum. Diyordum ki: İran Müslüman falan... Orada Aişe annemize küfredildiğini gördüm. Sonra iki-üç tane olaya şahit oldum. Hamile bir kadına tecavüz edilmiş, banyoda küvetin içerisinde karnını çapraz olarak parçalamışlar, kesmişler... Bu kadar vahşi ve alçaklar. Ben bunları gördüm. Kimse bana anlatmadı, oradaydım, o bölgedeydim… Bu yaşanmışlıklar, canlı şahitlik bana hikaye okumanın ötesinde bir şey verdi. Gerçeğin ateşiyle ve yakıcılığı ile anladım bunları. Ben ondan önce Ankara'da İran'a dair muhabbet halkalarına katıldım. Bunu bir pişmanlık olarak, pişmanlığını Suriye'de yaşadım. Neden? Beşar'ın o aşağılık adamlarından yüz misli, bin misli daha vahşilerdi. Siyonistin ve Yahudinin öfkesinden çok daha büyük bir nefret beslemişlerdi ve hedeflerindekiler Sünni mazlumlardı... Ben haberini de yapmıştım. Filistin Heyeti Başkanı ile kısaca konuşmuştuk. Yani, İran'ın Suriye'de katlettiği mazlum Müslüman ve Filistinli sayısı; İsrail'in 1967'den bu yana şehid ettiğinden daha fazla durumdadır. Halen 15.000 kadar da kayıplar var. Böyle bir İran'dan bahsediyoruz. Amerikan askerleri ve jeepleri ile gezen Kasım Süleymani bu işin başındaki adam, büyük Müslüman kıyımından, Sünni kıyımından bağımsız değildi. Biliyorsunuz rastgele karşılaşmadılar. Musul'da Amerikalı komutanlar ile aynı jeepte gezdiler... Bu alçağın Sünnilere duyduğu öfkeyi anlatan konuşmaları var.... Diyor ki: “Hedef, tek bir Sünni bırakmamaktır.” Böyle bakıyorlar yani... Siyonistlerden daha fazla Müslüman öldürdüler, Filistinli öldürdüler. Bir yetkili ile tanıştım, konuştum. İran'da 2002-2003 gibi eğitim almaya gitmiş. Orada eğitmen, açıkça: “Belki bugün aynı saftayız ama biz sizinle savaşmadıkça kıyamet kopmaz.'' diyor. Bizim için Netanyahu'nun, Şimon Peres'in adamlarından daha tehlikelidir diyor. Bunu ben canlı dinledim...

İran burada net bir şekilde bu işin arkasındaki aktördür. Şu an işgal bölgelerinde, mesela dün yine çatışma vardı... Düşünün ki Nusayriler bile tahammül edemiyorlar. O kadar tahammülsüzler. Normalde Şia akidesi onları kafir görür, Müslüman görmezler ama Sünni öldürme konusunda hepsi beraber oldular. Daha çarpıcı bir şey ise; Rakka'yı bunlar pilot bölge seçmişler. Duydunuz mu, bilmiyorum... Binlerce aileye ev, kadın, araba ve maaş bağladılar. Hüseyniyeler açtılar. Halep'te özgür bölgelerdeki camiiler hüseyniye olarak çevrildi. Bu sadece öldürerek, yok ederek gerçekleştirilen bir işgal değil. Camilere, ibadete yönelik bir katliam, facia...

Mısır ve Şehid Muhammed Mursi'ye gelelim. İhavan-ı Müslimin malumunuz... İslam coğrafyasının en etkili en yayılı gruplarından biri... Mısır’da da uzun yıllar faaliyet gösterdi ve Muhammed Mursi önderliğinde iktidara geldi. Kısa bir süre sonra da kendisine darbe yapıldı. Müslümanları bekleyen akıbet zulüm oldu, zindan oldu, idam oldu… Binlerce şehit... Ve ennihayetinde sistematik bir zulümle Muhammed Mursi'yi de şehid ettiler. Mısırda siyasi sahada zirveleşmiştik lakin düşürüldük. Suriye’de fiili cihad manasında birkaç yıl öncesinde Suriye'nin %70'i elimizdeydi, şu an ise sadece İdlip'in bir kısmı elimizde kaldı... Yanlış giden sizce nedir? Ya da çetin bir imtihan safhasında olarak ele avuca gelir cinsinden yanlışımız yok mu? Ne düşünüyorsunuz?

Şimdi bu konularda malumunuz Osmanlı’nın temel gayesi: “Sefer bizden, zafer Allah’tan” düsturudur.  Buna da şöyle bakmamak lazım,  Efendimiz’in(SAV.) hayatında da o dönemki tarihi olaylarda ve atalarımızın mücadelesinde de medeniyet ve varoluş mücadelesinde böyle safalar var. Tebbet dönemleri gibi. Burada niye Suriye devrimi, Libya devrimi, Mısır, Yemen, Tunus  başarılı olmadı gibi hesap yapmamak lazım. Yani şöyle düşünmek lazım, birileri evimize fazla karışıyor eyvallah ama bunun karşısında komplocu olmamak lazım, karamsar olmamak lazım… Maddi çerçevede süreç ve sonuçları beraber düşünmek lazım, tefekkür etmek lazım. Fakat eylemimizin, mücadelemizin haklılığını sorgular duruma gelmemeliyiz. Araçları ve metodları sorgulamalıyız, sloganları sorgulamalıyız ama mücadelemizin hareket noktasını sorgulamamalıyız. Benim  uzun süredir anlattığım mesele buydu, çok ciddi başarılar elde edildi ve bence Müslümanların tecrübe itibarıyla yaşanan her şeyi artı hanesinde görmesi lazım. Allah-u Teala yeniden Müslümanlara çok daha güçlü fetihler nasip etsin inşaallah. Çünkü evimize müdahaleler için çok uzaktan geliyorlar ve bu konu bir şekilde halledilecek fakat burada bizim evimizin etrafındaki komşu bildiklerimiz, namusumuzu ve dinimizi, imanımızı paylaştığımız, hassasiyeti var dediklerimizin ihaneti ile bu durum buraya geldi. Şimdi ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, İran gibi işbirlikçiler bazen dolaylı bazen direk işbirlikçiler ile  bir şekilde bizim hanemizi yok eden, yakan, yağmalayan hariçten gelenlerle işbirliği yapanlar olmasaydı bu tablo da böyle olmazdı. 2013'te ben Suriye’deydim, Şam'da rejimin birçok evrakını imha ettiğini canlı yaşadım. Çünkü kuş bakışı 6-7 kilometre kalmıştı mücahitlerin Şam'a varmalarına ve onlar Lazkiye’ye kaçırıyorlardı evrakları. O zaman fotoğraflarını da çekmiştim. O zaman Lazkiye'de, Tarsus'ta bir şekilde tutunmaya çalışacaklardı, yani Şam’ı gözden çıkarmışlardı. Öyleyken durum şimdi buraya geldi. İslam Devrimi, vahdet falan diye Humeyni'nin ya da işte Hamaney’in fetvaları ile tırnak içinde kendilerine Müslüman diyen ve temel motivasyonunu Kur'an'dan, İslam'dan aldığını söyleyen  bir ülke ya da bir inanış gibi içerden gözüken birilerinin baş aktörlüğünde...

Cephe savaşına dönmeden önce bildiğimiz bir halk ayaklanmasıydı bu ve halkın olduğu yerde polisi ve jandarmayı devrimciler lehine def etmesiydi. Daha sonra cephe savaşına yönelmeye başlandığında Özgür Suriye ordusu teşekkül etti. Bu yapıyı kim bozdu? Tabi ki Birleşik Arap Emirlikleri... Haber yapmıştım bunu. Mücahid gruplarının çok önemli isimlerine ve devrimin sembol isimlerine  telsizler vererek yerlerini rejime bildiren Ruslar falan değildi, Suud ve içerdeki diğer ajanlardı. Abdulkadir Salih'in, Zehran'ın, Ahrar’ın 50 den fazla üst düzey isimlerinin şehid edilmeleri böyledir. Arka planında alçak bir ihanet var. Ama bu da bize şunu anlatıyor. Biz bu olaylardan ders alacağız, buradan hanemize dersin artısını veya kazanımını koyacağız. Canımız yanıyor, çok fazla kardeşimiz, evladımız şehitlik rütbesi aldı. Beldelerimiz yakıldı, tarihimiz yağmalandı, on binler, yüzbinler işkence gördü. Fiili işkence gördüler fakat dediğim gibi son tahlilde bunun ortalamasını doğru almak lazım. Bu örneklerden veya mevcut tablonun olumsuzluğundan hareketle, işbirlikçilere yönelmek, yoldan sapmak veya kaderi sorgulamak veya cihadın misyonunu sorgulamak, esas büyük kayıp bu olur. İşte geçen gün (Mursi’nin ölümünde gördüm) milyonlar çok canlı ve çok diriler, zalimle hesaplaşma konusunda...  Bu bir ruh, yani bir akaid olmuş, iman olmuş… Bu da öyle bir günde 50 günde 50.000 yılda bitecek bir iş değil yani… İşin bu tarafına da bakmak lazım. Her halükarda Allah'ın izniyle kazanan biz olacağız, maddi anlamda da bu dönecek. Mısır dönecektir, Suriye dönecektir… Bu adamlar burada ne kadar kalacaklar veya bu iş ne kadar dönecek, Amerika'nın kıyamete kadar baki kalması mümkün değil. Rusya zaten geleceğe yürüyen bir ülke değil. Çok değil, 10,15,20 senede belki daha az sürede hem Amerika'nın hem Rusya'nın hem kendi dinamikleri hem de diğer emperyalist ahtapot kolları kesilecek ve herkes kendi kaderine kendi gerçeğine dönecek ve yüzleşecek... O zaman biz hepsinden hesap sorar duruma geleceğiz. Bu artıları da yanımıza alıp, biriktirip iman süzgecinden geçirerek yapmamız gerekiyor . Yani ben Mısır Devrimi'nin Mursi'nin şehadeti ile Sisi’nin ihanetinin çok boyutlu bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ama zaten emperyalistlerin veya işgalcilerin belki okyanus ötesi veya Rusya gibi 3-5 bin kilometre öteden gelen kan içicilerin, zalimlerin, çetelerin kendi başlarına hiçbir şey yapamayacaklarını ve Suudi Arabistan, Bahreyn, İran gibi bizden gözükenlerin ihanetleriyle ellerini kollarını içeriye bu kadar sirayet ettirebildiklerini herkesin bilmesi lazım. Maddi anlamda da eğer bir kayıttan bahsedilecekse, bir numaralı müsebbipleri onları içeriye alan, kilidi içeriden onlara açan hainlerdir. Buna, buraya her gelen emperyalistin kucağına oturan, aşağılık PKK/YPG de dahil…

Hem Suriye ve İslam ülkeleri özelinde hem de Doğu Akdeniz’de Türkiye'ye karşı BAE-Mısır-Suudi Arabistan gibi ülkeler tarafından oluşturulmuş bir blok var. Adeta baş belası gibi ABD ve İsrail'den de aldıkları yüz ve kuvvetle her alanda karşımıza çıkıyor ve can sıkıyorlar. Türkiye bu bloğu nasıl kıracak? Yakın zamanda yaşanabilecek problemler ekseninde değerlendirir misiniz?

            Bugün doğu Akdeniz, Kamışlı’dan farklı bir şey değil. Oradaki mesele o koridordaki deniz hâkimiyetini sona erdirmek, hareket alanını daraltmak ya da bitirmek. Sonuçta Suriye’nin ve Kıbrıs’ın yarısı bize ait... Sadece Kuzey Kıbrıs ekseninde değil, Suriye, oradan İtalya’ya kadar açılan boğazı ve Türkiye’nin oradaki askeri ya da ticari bütün özgürlük alanını karadan olduğu gibi denizden de kısıtlamak… Orayı bir tarafı deniz bir tarafı kara diye görmemek lazım. Yani ikisini ortak bir havza gibi görmek lazım. Aslında mesele Kıbrıs, Rumlar falan da değil yani, onu söyleyeyim. Oradaki mesele İsrail’i çok ciddi anlamda Rumları kullanarak vaat edilmiş topraklara ulaştırma çabasıdır. Asıl mesele, İsrail’in büyük İsrail’e ulaşması için sahayı garanti altına almak. Putin ile Trump’ın konuşmasının tamamı budur. Meseleyi buradan görmemiz lazım. Yerel, küçük ya da ufak aktörleri ön plana çıkararak büyük resmi kaçırıyoruz. Gariptir, nasıl çatallı bir hal alıyor ki İran da bunun bir parçası… İran’da bağırıp çağırıyor bir taraftan ama öbür tarafa geçiyorsunuz, aslında kuruluştan beri Fars-İsrail dostluğu görülüyor. Ümmetin canına kast eden ne kadar büyük tehlike varsa hepsi de perde gerisinde işlerini daha rahat yapabilmesi için fırsat buluyorlar. Başta İsrail… Meşediler, İran’da meşedi yapı, Ahmedinejat da dâhil bunun sorgulanması lazım. Bunlar binlerce, on binlerce Yahudi, İspanya’da olduğu gibi Osmanlı zamanında nasıl göç etmişler? Bu 700-800 yıllık süreçte oraya göç ettiler. Bu insanların çoğu kripto... Fars’ı faşizme eden, onları Farsçılıkla mücerret kılan kim? Yahudiler... Bizim buradakiler gibi, Jön Türkler’den patronaj alıp tüm aktörlere bakıyorsun, hepsi orijinal Yahudi. Ziya Gökalp’ın hocası Durkheim’dır. Türkçülük, Turancılık mefkûresinin arka planında yatan adam Yahudi Durkheim’dir. Aynı şeyi Farslılar ve Araplar için de düşünmek lazım. Büyük mayalanmayı engelleyecek tüm lokalizasyonların merkezinde bu adamlar var. Suudi Arabistan’ın NEOM projesi mesela İsrail’i çok daha başka bir şekilde İslam coğrafyasının kalbine taşıma projesidir. Abu Dabi’ye, BAE’ye benzer eğlence merkezi gibi bir şehir, bir yapı inşa edecekler. Bunların hepsi aynı şey. Yani bunlara lokal bakmamak lazım. Ne diyor İran genelkurmay başkanı, “Biz olmazsak Amerika Afganistan’da başarılı olamaz!”.

Hakeza İran olmasa Amerika Irak’ta da başarılı olamazdı…

            Tabii ki de… Ömrümüz yeter mi bilmiyorum ama aynı itirafı Suriye için de duyacağız. Aynı hedefin ve aynı sonucun aktörleri bunlar. Mesela PKK meselesinde Amerika görünen tarafıydı. PKK’nın Kandil alanı, İran’ın sınırında olan bir bölge. Öbür taraftan sınır hattındaki PJAK, PKK geçişleri, sınır tacizi, komedi gibi yani... İran PJAK’a destek oluyor. Şimdi İran daha çok lokal politikalar gereği Barzani ile kavgalılar, yani Talebani ile anlaştılar. Bakıyorsun senin kalbine saplanan hançeri İran tutuyor. Ama bunların totaldeki tek mevzusu İsrail 50 yıl, 100 yıl güvenlik riski yaşar mı? Yapılan bütün mevzuların ana fikri budur.

Suriye'de gelinen son durum malum. Muhaliflerin elinde İdlip bölgesi kalmış durumda. Bir yandan Soci ve Astana süreci var, PYD/PKK Suriye sınırımızı ve Suriye'nin büyük bir bölümünü elinde tutuyor. Devletimizin olası bir sınırı terör örgütünden temizleme operasyonuna girişeceği konuşuluyor. Esed’siz Suriye yönetimi istiyoruz. Esed'in hamisi Rusya ile daha iyi ilişkiler içerisindeyiz ve S400 alma sürecimiz var. Bu gelişmeler ışığında Suriye'de yaşanması ve atılması muhtemel adımlar nelerdir? Suriye sahası önümüzdeki süreçte ne gibi gelişmelere gebedir?

Türkiye, her şeyden önce, Suriye’nin dostları grubu denilen, yaklaşık 70 ülkeyi aşkın -80 ülkeyi aşmıştı bir dönem- paydaşlarla beraberdi. O paydaşlar tamamen bu işi terk ettiler ve herkes hesap ajandasını açtı. Türkiye, Katar gibi belli sayıda ülkeler kaldı. Aslında o ajandada bir Kürt devleti, sonrasında kurulacak ortak çapta bir Sünni harita ve Şam’ın, Tarsus’un, Humus’un içerisinde bir Nusayri devleti vardı. Yani mesele, esas mevzu bu… Amerika’nın 2015’te Suriye’de savaşa dahil olduktan sonra, yine 2015 Eylül’de Rusya’nın yaklaşık 3-4 ay arayla bu sahaya girmeleri, arka plan anlaşması bu. Bu konuda hiçbir şekilde safa yatmanın anlamı yok. Türkiye bunu gördü... Küresel aktörlerin yönelimi belli.. Bizim de gücümüz belli. Türkiye, Rusya ile zoraki bir ortaklığa girdi aslında. Burada kimse bir şey unutmamalı. En yetkili ağızlarımızın 2015 yılında “katil” dediği bir ülke Rusya. Suriye’nin İran’dan sonraki en büyük katili, vahşetin ikinci sorumlusu Rusya’dır. Yaşayarak gördüm bunu. O kadar acımasızca bombalıyorlardı ki!.. O kadar mı olur ya!.. Kimse unutmadı da bunları.

Amerika’nın burada tek partner ve tek müttefik olarak Pkk'yı görmesi ve Katar’ın bu niyeti çok geç görmesi. Düşünsenize Amerika’nın Eğit-donat projesi 2 yıl sürdü, sonra rahmetli oldu Albay Necip, kayboldu daha doğrusu. O, 31. Tugay komutanı olarak atanmıştı bu işe, sonra kayboldu. Sonra Amerika niyetini açıklayıp, “ya bu iş olmuyor” dediği tarihte 2 yıllık dönemde 54 kişi eğitti. Ama aynı Amerika, 2015-2018 aralığında 35.000 PKK’lı eğitti yine aynı coğrafyada. Şu an bu sayı 60.000’i aştı 2019 yılı itibariyle.

Yaptığı silah yardımları da herkesçe malum…

Aynen öyle, eğitimin arka planında da o var. Türkiye bu fotoğrafı ya da bu niyeti geç gördü maalesef. Sahada başka sorunlar da vardı. Önümüzde, tarihin açıklayacağı çok ciddi sorunlar var. Bunlar ortaya çıkacaktır. Her türlü ihanetler oldu ve Türk siyaseti, Türk yönetimi, mecburi olarak Rusya ile bir ittifak zemini kurdu. Ve bu ittifak zemininde başarılı oldu mu? Yani başarılı olmak için; Rusya’nın katliamlarını geri başa döndürecek, iptal edecek herhangi bir mekanizma yok, değil mi? Bir mucize olması lazım, böyle bir şey yok. Rusya, bu coğrafyanın katilidir. Ama gelinen iş birliğinde de Rusya; sözleri, diplomatik duruşu ve devlet aklı, müesses nizam ve müesses izan geleneği itibariyle bu konuda içi en bozuk ülke. Bir tarafta, Sochi’de, Astana’da görüşmeler varken, adamlar tarihin en büyük katliamlarını yaptı İdlib’te! Türkiye’ye çok garantiler verildi ama hem Beşşar hem Rusya hiç durmadan anlaşmayı ihlal ettiler. Korkunç bir şekilde ihlal ettiler. Düşünebiliyor musunuz, argüman olarak burada muhalifler suçlanıyor!.. Çıkıp açıklasınlar, rejim bölgesinde hangi ailenin evi çökmüş, neresi vurulmuş, hangi sivil zarar görmüş? Ben bunu 8 senedir söylüyorum! Yapılan herhangi bir şey yok. Muhalifler de öyle bir alçaklığa tevessül etseler, rastgele her evi vururlar. İçinde kim var; asker mi var, çocuk mu var, ayırt etmezler. Muhaliflerin de böyle dönemleri vardı yani. Halep’in, Humus’un, Şam’ın yarısı muhaliflerdeydi. O dönem Esed bölgesinde olan her yeri vurabilirlerdi. Çıksınlar 8 yılda bir tane örnek göstersinler! Yıkılan, çöken yerleri görmekten insanlara bir hal oldu. Rejimin, Rusya’nın, Amerika’nın, İran’nın bombardımanları, parçalanmış cesetler, kaçanlar, toz bulutu, kimyasallar… Ya bir tane de muhaliflerin yaptığını çıkarsınlar! Olsa durur mu bu adamlar sizce? Ben Esed medyasını da takip ediyorum, Rusları da takip ediyorum böyle birşey görmedim. Bu çerçeveden baktığınız zaman Rusya, sözüne güvenilmez bir ülke. Rusya, müzakere edilen ama aynı zamanda da Türkiye’ye karşı aynı etkiyle kaldığı yerden devam etmeye, kaldığı yerden sahada dert vermeye ve diz çöktürmeye devam etmek isteyecek bir ülke. Bunun lamı cimi yok yani!.. Bir avuç merkez medya veya hükümete yakın medya bu konuda daha farklı bir role bürünmüş durumda belki ama bu doğru değil. Rusya, Türkiye’nin darbe sonrası kendisiyle iş birliğine de beraber bu sorunun çözüm noktasından önceki politika ve anlayışına devam ediyor. Aynı hedef ve stratejiyi devam ettiriyor. İki yüzlü bir duruşu var burada. Yoksa Türkiye ile masada otururken, Türk yetkililerle ateşkesi konuşurken, öbür tarafta Suriye’yi bombalamak üzere planlar yapar mı? Hangi birini anlatayım yani! Türkmen Dağında yapılan katliamı mı? Aynı, bu süreçte oluyor bunlar, aynı anda yani, aynı günler. Bazen mutabakatın olduğu, Astana görüşmelerinin olduğu günler, yüzlerce şehit veriyoruz!.. Yani burada Rusya, teknik ve askeri olarak bu işi bitireyim, İdlib’i de süpüreyim ve Türkiye’yi göç baskısıyla tamamen köşeye sıkıştırayım derdinde. Çünkü o, Türkiye’yi Amerika’nın “PKK angajmanından” çıkışan ve mecburi olarak kendisine yönelen bir devlet olarak görüyor ve bunu kullanmak istiyor. Geçenlerde Rus komutan Hama’da bir bölge düştüğü gün tebrik ediyor Esed milislerini. Ben canlı izledim. Diyor ki, “kaplan, sen ve adamlarının şimdiki görevleri, gidip El-Bab’ı bize hediye olarak getirmeniz!” Rusya neden arzu ediyor bunu yani? Bu adamın durup dururken ortaya attığı bir şey değildir bu. Ruslar böyle görüyorlar. Fırat Kalkanı’nda, Afrin’deki Türk varlığını veya Türklerin iş birliği yaptığı ÖSO’yu terörist olarak görüyorlar. Değişmediler ve Türk varlığını da aynı şekilde ortak bir tehdit olarak görüyorlar. Ancak diplomasi başka bir olaydır, Türkiye devlettir ve sonuçta devlet stratejisiyle hareket eder. Ama sonuç alınacak nihai alan yine saha olarak görünüyor. Sonuçta muhaliflerin buradaki, özellikle İdlib’deki çok sağlam duruşu sebebiyle Ruslar bu bölgede geri adım attılar, yüzlerce kayıpları var. Hem Rus askerlerinin hem de oradaki paralı askerlerinin çok ciddi kayıpları var. Şu an, aralarında subayların da olduğu en az 80 Rus bu bölgede öldürüldü. Şu ana kadar Rusya gizlice el altından Kürt meselesini çözmeye çalıştı. Ama yürüyemediler. Kazandıkları birçok yeri kaybettiler vs… Bu satranç böyle devam edecek. Keşke bunun çözümü gerçekleşse. Çünkü bizim dışımızda gerek Suriyelilerin ülkesine dönmesi için, gerek insani yardım noktasında hiçbir şey yapan yok… Bu konuda adımızı tarihe çok şerefli bir şekilde altın harflerle yazdırdık. Tayyip Bey’in liderliğindeki inisiyatif, Suriyelilerin yarasına merhem olma konusunda bizi hakikaten zirveye taşıdı ve bu unutulmayacak!.. Niye? Bu mutabakatın savaş paralelindeki bölümü bitirildikten sonra siyasi alana taşınmasıyla ne olacak, seçim olacak değil mi? Önce bir nüfus sayımı olacak, ondan sonra seçim olacak. Çok adaylı bir seçim, demokratik bir süreç. Ve ondan sonra anayasa hazırlanacak. Bunlar Türkiye için önemli. Çünkü normalleşme istiyor. Bu işin kimseye faydası olmadığı ortaya çıktı. Ama karşı taraf bunun böyle olmasını istemiyor. Mesela Beşşar Esed’in PKK ile ilgili konuştuğunu duydunuz mu siz hiç? 8 yılda bir kere konuştu onda da yarım ağız. Ama hep muhalifleri konuşuyor! Ya Pkk'nın elindeki bölgeler ne olacak?

Şu an PKK’nın elinde tuttuğu bölge, muhaliflerin elinde tuttuğu bölgeden çok daha fazla.

Tabii ki Suriye’de güçlü durumda, 30 bin km kareyi aşmıştı, DEAŞ’tan da destek aldı, yaklaşık 42 bin km kare oldu. Suriye’nin toplam yüz ölçümü 191 bin km kare. Dörtte biri neredeyse. Ara bölgelerle beraber 50 bin km kare. Türkmen Dağı’ndan hesap edersek 14-15 bin kilometre var şuan muhaliflerde. Şimdi 50 bin mi çok yoksa 15 bin mi? 50 bin çok ama adam sürekli 15 bini konuşuyor. Eğer mesele Suriye’nin birliği falansa hepsini konuşmak gerekiyor. Ama Beşşar’ın ağzından hiç kimse bunu duymuyor. Burada Amerika, İran, Rusya çokta farklı şeyler söylemiyor ama bunların 2011 ‘de yola çıkılırkenki ajandanın değişmesi, Türkiye’nin bunu görmesi, sözde Suriye’nin dostlarının her birinin Suriye’nin paylaşımına dahil olması, Suriye’nin yağmacıları haline dönüşmesi, harita peşine düşmeleri bizi de bu yola sevk etti. İnşallah yine umut ederim, Türkiye bu diplomatik süreçten kazançlı çıksın. Çünkü Türkiye’nin kazançlı çıkması, mazlumların kazançlı çıkmasıdır. Ama şu ana kadar ki sahaki durum onu göstermiyor. Yani Soçi ve Astana zaman kazanmadan ibaret. Yavaş yavaşta olsa, karınca hızıyla dahi olsa Rusya'nın istediğini ele geçirme fırsatı olarak gözüküyor, en azından ben öyle görüyorum. Bu süreci daha başka bir yere taşıma inisiyatifinin de çok güçlü olmadığını görüyorum.

M. Ali Öztürk malumunuz. Suriye sahasında ve sadece insanı yardım faaliyetleri yürütmekteydi. Tarım fuarı için gittiği BAE'de, CIA ortak yapımlı bir operasyon ile tutuklandı. Ve uydurma bir yargılama ile müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Türk bürokrasi ve diplomasi makamlarının, sesimizi Cumhurbaşkanına duyurana kadar bu hususla alakalı inisiyatif almadıklarına yakından şahitlik ettik... FETO'nun ta Amerikan bu hususla özel ilgilendiği bir vakıa... Hatta Seriyye Vakfı'nı ingilizce bir makaleden ve hesaptan isimler vererek hedef gösterdiler. M. Ali Öztürk üzerinden Türkiye'yi sıkıştırmak ve İsid gibi yapılarla hareket halinde göstermek istiyorlar. Oysa M. Ali Öztürk ömrünün her anı şeffaf geçen, milli ve manevi duyguları yüksek, Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye'deki Türk Dış politikasına muvafık duygu ve düşünceler taşıyan birisi... Zaten bu sebeple BAE elinde aslında Türkiye aleyhine kullanılmak üzere rehin olarak tutuluyor. Bu husus hakkında neler düşünüyorsunuz. Mehmet Ali Öztürk ile tanışıklığınız var mı? Biz onun en yakın zamanda hürriyetine kavuşacağına inanıyor, Türkiye'nin bu anlamsız duruma bir son vereceğini ümit ediyoruz. Bu hususla ilgili siz neler düşünüyor, öngörüyorsunuz?

Mehmet Ali Öztürk benim dostumdur, arkadaşımdır. Suriye sahasında çok defa yolumuz kesişti. Müslüman, şerefli, senin benim gibi veya milyonlar gibi bu haysiyet mücadelesinin yanında duran birisiydi ve zulme karşıydı. Bir şantaj unsuru olarak alıkonuldu, net bir şantaj unsuru. Ama önümüzdeki süreçte onlar(BAE) daha farklı şeyler hedefliyorlar. Yani şimdiki süreçten daha üst şantaj araçları için Mehmet Ali kardeşimizi rehin tutuyorlar. Çünkü orası zaten bir devlet değil biliyorsunuz, hukuku olmayan, adliyesi yargısı olmayan bir çete, çadır çetesi. Asla bir devlet değiller. Emirliklerden meydana geliyor ama ne bir anayasaları var ne ortak bir polis, asker, yargı, siyaset mekanizması var. Her şeyin Muhammed bin Zayid’in iki dudağı arasında olup bittiği bir çadır çetesi. Mehmet Ali kardeşimizin orada bulunma nedeni de gayet basit, normal bir ticari faaliyet için bir fuara katılmasıdır. Doğrusunu istersen Türkiye’nin, Türk Dışişleri politikasının, Türk dışişleri yetkililerinin bu konuyla hakettiği ölçüde ilgilenmediğini düşünüyorum. Peki ne yapılabilir? Karşıda bir çete devleti var. Türkiye’nin elinde de bir şeylerin olduğunu düşünüyorum. Bu adamlar Mehmet Ali Öztürk’ü karanlık bir plan dahilinde tutuyorlar. Çete refleksi ile hareket ediyorlar. İnşallah Türkiye önümüzdeki süreçte daha aktif olunur. Türkiye bu konuda belirli doneler de elde etti aslında, işte yakın zamanda bazı faaliyetler yürüten karanlık isimler, istihbarat faaliyeti yapan isimler yakalandı ve bunlar ispat edildi. Ama Mehmet Ali Bey ile ilgili hiçbir şey ispat edilemedi. Ona rağmen de ömür boyu hapis gibi bir ceza verildi. BAE medyasında çeşitli asılsız iddialar yer aldı, ajanlık faaliyeti yürüttüğüne dair çok garip ve asılsız şeyler yer aldı ama Mehmet Ali Bey böyle bir amaçla falan gitmedi Suriye’ye. Tamamen insani yardım amacıyla gitti ve bunun dışında bir şey de yapmadı. Bütün yardım derneklerinin uluslararası yardım kuruluşlarının gittiği gibi o da gitti ve insani yardım faaliyetlerinde bulundu. Amerika’nın bu kadar kuklası olan bir yapı BAE. O zaman Suriye’de yardım faaliyeti yürütüp ülkesine gelen herkesi ki Birleşmiş Milletler de Suriye’de yardım faaliyetleri düzenliyor, hepsini tutuklasınlar. Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere bütün kuruluşlar Suriye’ye gittiler, yardım götürdüler, etkinlik yaptılar, okullar açtılar vesaire. Yani zaten Mehmet Ali abiden hiçbir şey çıkmadı, suçlamalara dair hiçbir şey yok, dosyası bomboş. Diyorlar ki BAE’ye karşı casusluk yaptı. Yahu ne casusluğu? Türkiye zaten açıktan Suriye devrimine, Suriye muhalefetine destek veriyor. Mısır’ında vakıfları var burada. BAE’nin vakıflarının -2015’e kadar- yüzlercesini gördüm ben Suriye'de. BAE’den yüzlerce insan gördüm. Bir sürü vakıf yani. Hatta bazıları direk Krala bağlı vakıflar. Eğer oraya gidip de bu tip işleri yürütmek, faaliyetleri yürütmek ajanlık ise dönüp kendilerine baksınlar. Altını neyle dolduracaksın? Ajanlık faaliyeti gizli yürütülür, başka ajanlar olur falan. Bir ajan niye aleni video, fotoğraf çekerek gezsin? Böyle bir ajan yeryüzünde görülmemiştir. BAE’de aynı imanla, aynı samimiyet ile olmasa da görünüş itibariyle onlarda aynı faaliyetleri yürüttüler. Ben tabii ki eşine, ailesine çok üzülüyorum, kendisinin de orada işkence gördüğünü biliyorum. İşkenceye maruz kaldığını özellikle psikolojik işkenceye tabii tutulduğunu biliyorum.

Özellikle son dönemlerde daha da artış gösterdiği söyleniyor.

Var tabi ama ben çok net söylüyorum. Türkiye gereken hassasiyeti yeteri kadar göstermedi. İnşallah bundan sonra gösterir. Sonuçta bu bir Türk vatandaşı ve bu toprakları seven vatansever bir insan. Faaliyetleri açık, gizli saklı bir işi yok. Ben şunu söylemek istiyorum, bu İncirlik meselesi olduğunda, Amerikalıların PKK ile olan aleni ittifakı sürecinde, Mehmet Ali Bey beni aradı ve: ''Bu ülkenin vatansever evlatları olarak, Müslümanlar olarak, Amerika'nın buradaki varlığına karşılık, İncirlik'te ciddi bir gösteri yapalım ve boykot süreci, protesto başlatalım'' dedi. Ben de gücümün yettiği kadar katılacağımı söyledim ve gidip başlattı, dediğini yaptı. Gerek sosyal medyadan gerek katıldığı kanallardan da bunu net bir şekilde duyurdu. Ben bu işlerin arka planında Mehmet Ali Öztürk'ün, Suriye devrimine olan desteğinin yanında biraz da bu işgal unsurlarına ya da Amerika ve PKK işkiline karşı sesini yükseltmesinden dolayı bir ceza kesimi olduğunu görüyorum. Yani BAE'nin kendi aklı ile yaptığı bir şey olarak görmüyorum. Biraz da bu tarafından bakmak lazım hadiseye. Bence Zayid’in patronajı böyle istedi, takip ettiler ve cezalandırdılar. Ben MOSSAD’ın da CIA’inde Mehmet Ali’nin işkence süreçlerine dahili olduğuna kesinlikle inanıyorum.

Abi Eyvallah Allah razı olsun, ağzına sağlık.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi