“Cam tavan sendromu” kavramı ile ilk kez İşletme Yönetimi dersinde karşılaşmıştım.
Meselemiz işletme yönetimi değil ancak kavram anlaşılsın diye izah edelim; Kadınlar, çalışma hayatında ya da benzer organizasyonlarda niteliklerinin ve mesleki yeterliliklerinin, erkeklere kıyasla yetersiz görüldüğünden, çifte standart olduğunu iddia ederler. Birçoğu bu sebeple terfi yarışına dahi katılmazlar. Çünkü en tepeye kadar ulaşmalarının imkânsız olduğuna inanırlar. Bu durum, kadınlar için, toplum tarafından inşa edilmiş görünmez bir engel “camdan bir tavan” olarak ifade edilir. Bu kavram, toplumsal, örgütsel, kişisel önyargılar ve kalıplar tarafından oluşan, kadınların üst düzey yönetim pozisyonlarına gelmelerine engel olan görünmez, yapay engeller olarak tanımlanır. Bu engellenmelerin tüttürdüğü zihinsel buhranın adı da “cam tavan sendromu” dur. Kadınların kariyer planlarken karşılaştıkları zorlukların zihinlerinde oluşturduğu yenilmişlik, başarısızlık ve başarma inancını kaybetme duygusunun toptan ifadesi denilebilir.
Bu hususa ışık tutacak pireler üzerinde yapılmış bir deney mevcut. Şöyle ki; bir grup pireyi 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Fanusun altına ise metal bir zemin yerleştirilir ve bu metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin sıcak olduğu için tekrar zıplar ve tekrar tavana çarpıp düşerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir. Böylece başlarını cama çarpmamış olurlar.
Artık bütün pirelerin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar. Üzerlerinde cam engel yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama bunu hiç denemezler. Başka bir seçenekleri olduğunu düşünemezler ve aslında daha iyisini yapma şansları varken yapmazlar.
İki vaziyet var. Dolayısıyla her bir vaziyet için eleştiriye tabi tutulacak iki ayrı fikir var.
Birincisi cam tavanın varlığı mücadeleden geri durmayı gerektirmeli mi? İkincisi eğer birinci durum değişmez ise yani mücadele edenler mücadeleden vazgeçerse birinci durumun sonunda cam engelin kaldırıldığı ve ikinci duruma geçildiği anlaşılır mı?
Asla anlaşılamaz. Dolayısıyla ikinci durum anlamsız hale gelir? Tıpkı Anadolu Müslümanlarının hali gibi. Bir zaman çok zulüm görülmüş doğru. Şapka bahanesiyle Müslümanlar asılmış doğru. Kitapları yakılmış. Âlimler sürgün edilmiş.
Lakin! Artık zaman değişti. Müslümanlar için konulan sınırlar kaldırıldı. Fakat nafile. Hakkını hukukunu arayan ve yeni durumu değerlendiren Müslüman yok.
Şimdi söyleyin Allah aşkına Anadolu Müslümanlarının durumu aynen bu değil mi? Mücadeleden kaçan kaçana. Kazanacağına inanan Müslüman kalmamış gibi. Çok özür dilerim ama ibneler dahi sesini yükseltmişken canım Anadolu’mda bizler son dönemde yerimizde sayar olduk. Ufacık bir düzenlemeyle teselli buluyoruz.
Oysaki ah Müslüman oysa ki.
Bizlere neler neler vaat edilmiş bir hatırlasak.
Bir inansak.
Ahh! Anadolum ahh!
Her kitabında Anadolu Müslümanlarına mücadele çağrısını yenileyen Reis Servet TURGUT bakın Gaye İnsan Ufuk Peygamber-Mukaddes Hayatı Seyir-5.Cilt sayfa 423 de Ayet ve Hadis ışığında diyor ki!
“İslam’ın ilk şehitleri, İslam’ın ilk zamanlarında, müşriklerin işkence devresinde ölümsüzlük planına geçtiler… Bedir ve hassaten Uhud’un şehitleriyle adeta şehitliğin tuğrası kabartıldı… Abdullah bin Amr, Uhuud’un şehitlerinden idi. O’nun daha on yedi yaşındaki oğlu Cabir, kendisinden hal hatır soran Allah’ın Resulü’ne:
“Ey Allah’ın Resulü! Babam şehit… Geriye bakmam gereken kardeşlerim ve ödemem gereken borçlar kaldı…”
Diye dert yanınca, Allah’ın Resulü ile aralarına, şehitlerin ebedi manasını da izhar edecek şu diyalog yaşandı;
-Ya Cabir! Bilmek ister misin? Baban, Allah tarafından nasıl karşılandı, sana müjdeleyeyim mi?
-Evet… Ey Allah’ın Resulü!
-Allah ancak perde arkasından konuşur… Hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz… Fakat babanı diriltti ve onunla yüz yüze konuşarak:
-Dilen benden, dilediğini vereyim sana! Dedi.
Baban da şu istekte bulundu:
-Ey Rabbim! Beni dirilt de, senin uğrunda bir kez daha şehit olabileyim!
Fakat Allah:
Benim, ölenlerin dünya hayatına tekrar dönemeyeceklerine dair önceden verilmiş hükmüm var! Diye buyurdu.
Bu defa Baban:
Ey Rabbim! Öyleyse halimi ardımda kalanlara bildir! Deyince.
İşte o zaman ‘Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın!’ Diye başlayan ayetler inzal olundu…”
Mezkûr ayetin iniş hikâyesi böyle…
Ve aynı ayetin gösterdiği kesin hakikat şu:
Allah yolunda ölene, ölü değil şehit denir ve şehit olan da ölmez, dünyadakinden daha üstün bir hayatla, yaşamaya devam eder…
Pireler zıplarken, dinsizler tellalken biz Müslümanlar mışıl mışıl uyurken diye devam etmeyeceğim tabi ki. Bu zamana kadar çok sayıda yazılar kaleme alan, konferanslar veren, hitabeler yayınlayan, kitaplar yazan Reis Servet TURGUT biz Anadolu Müslümanlarına “Cam Tavan” yok artık diye haykırıyor her fırsatta.
İşte tam da burada Anadolu Müslümanlarına bir ses olup memlekette cam tavan vardı. Biz de bu cam tavanın var olmasına aldırmadan mücadele verdik. Şimdi de BÜYÜK DOĞU SERİYYE HAREKETİ olarak söylüyoruz ki tüm ANADOLU ’ya bu halden kurtulun artık.
Ölmemişken Ölenlerden Olmayan, Ölmüşken Ölmeyenlerden Olanlardan Olalım İnşallah!