“Şeriat ’la Ol İnşallah”
Yeni kitabı “Batı Felsefe Tarihi - Sokrates Bizim Neyimiz Olur” u imzalarken Servet TURGUT ‘un okurları, sevenleri ve gönüldaşları için yazdığı ifade. Kadının cemiyetteki rolünden ve öneminden bahsedecekken ne kadar elzem bir çizgi biz Müslümanlar için. Cemiyet meselelerinin tümü için en başta söylenmesi gereken altın değerinde bir söz. Bunca yazılan çizilen dergiden, kitap dan muradımız biz Müslümanların Peygamber Efendimizin yolundan ve Kurandan ayrılmamaları üzerine değil mi? Derdimiz, çilemiz, kafa patlattığımız meselemiz İslam dan uzaklaşmaktan ötesine geçen erkeği, kadını, genci hasılı tüm cemiyeti İslam’a çağırmak değil mi? “Şeriat ile Ol” demiyor muyuz özetle.
Batı bize sübyancı, sapık, putperest Sokrates i haşa Peygamberlik atfedecek derecede yücelterek sunmuş iken ve içimizde de hatırı sayılır destek buluyorken yine aynı cephenin tuzağı kadına özgürlük yalanları için kullandıkları Feminizmi, Toplumsal Cinsiyeti, Eşcinselliği ele alırken tek sığınağımız ve kurtarıcımız “Şeriat ile ol” demek olmayacak mı?
Sosyolojik savaşın hedeflerinden kadını ele alırken hem sosyolojik savaşı tarif ettiği için hem de Batı yı tanımlamak adına Servet TURGUT un yeni kitabından sizlere bir kesit aktarmak isterim. Bu kesit ki toplam sözlerimizin özü nispetinde ve evimize kadar elini sokmuş Batıyı anlatma adına bir mihenk taşı.
“Biz savaştayız; kökü, gövdesi ve dallarıyla bütün bir kültür, iman ve hayat işgalcisi olan Batı sarmaşığının, bütün eşya ve hadise kadrosu boyunca işgal etmiş bulunduğu Doğu’da bahçıvanlık mahareti ve imkanı doğurmak için savaştayız. Batı’yı tanımak suretiyle batırmaktan daha büyük bir kurtuluş hamlesi de tanımıyoruz. Batı’yı tanımayı reddedenimiz yok… Ama beylik tekerlemelerin etkisiyle bunu böyle anlayanlara koyduğumuz bir nispet ölçümüz var: “Tanıdıkça Sokrates, Platon ve Aristo’ ya hayranlık değil öfkesi artan Müslümanlık ölçütleriyle yaklaşan, onları daima iyi tanıyandır!”
Bu nispet ölçüsüyle herkes hakikati görebilir. Sokrates, Platon ve Aristo’ yu Batının fikir devleri gördükten sonra, onları cüceler çapında olsun eleştirmeyen adamın “Batı’yı tanıyarak batırmaya çalışan adam” kalıplarında olduğunu iddia etmek insafsızlıktır. “Batı’yı tanıyarak batırmaya çalışan adam” kalıbına matuf asil fikir ve his, onları devler çapında hücuma tabi tutanların malı olarak ne de asildir!”
Dünyayı kendi malı olarak gören, bütün insanlığı sömürmek için var gücü ile çalışan Batı, yaratılmış her bir varlıktan ne elde ederim, nasıl kâr ederim, kendime nasıl hizmet ettiririm düşüncesindedir. Kendilerince kurdukları köle düzeninin en önemli gördükleri metalardan biri de kadındır. Sözüm ona kadının özgürleşmesi, kendi ayakları üzerinde durabilmesi, toplum hayatı içerisinde aktif rol oynaması, erkeğin kölesi olmaktan kurtulması, eve hapsedilmemesi gibi akıl oyunlarının tamamı aslında ifsat ettikleri düzenin planlaması içerisinde bir parçadır. İş gücünü ucuzlatma taktiğidir. Bugün yaşadığımız dünyada var olan insan nüfusunu fazla gören, insanın başta yaşam hakkı olmak üzere doğuştan sahip olduğu tüm hakları gözünü kırpmadan elinden alabilen vahşilerden bahsediyoruz.
Eşref-i mahlûkat olan insan, kadın ve erkek diye iki cins olarak yaratılmıştır. Kadın ve erkek, sağlıklı bir toplumun oluşması için birbirini tamamlayan iki varlıktır. Duygusal, fiziksel, psikolojik olarak farklılık arz ederler. Her ikisinin de yapabileceği ve yapamayacağı şeyler vardır. Elbette birinin diğerinden üstün olduğu özellikleri de vardır. Olması gereken her iki cinsin de yaratılış esaslarına uygun şekilde toplum içerisindeki vazifelerinin tarif edilmesidir. Birini diğerinden üstün tutarak değil iş birliği ile hareket edilmelidir. Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir toplum hangi şartlarda yetişir? Evlatlarımızı, vatanına ve milletine faydalı olacak şekilde nasıl geleceğe hazırlamamız lazım? Sorularının hayata tatbikinin nasıl olacağının cevaplarını bulmamız gerek.
Bugün insanlara “En büyük yatırımınız nedir?” diye sorsak herhalde “evlatlarımızdır” cevabını alırız. Ülkelerin varlığı, varlıklarının sürdürülebilmesi, güçlü yarınlar en iyi şekilde yetiştirilmiş genç nesillere bağlıdır. Pekâlâ, bir gencin yetişmesinin en önemli dönemi olan 0-6 yaş aralığında anne sabah erkenden çıkıp, akşam eve gelirse bu iş nasıl olacak? Ana kucağına, nefesine, şefkatine en ihtiyaç duyulan dönemlerde, tanımadığımız bakıcıların ellerinde büyüyen çocuklardan gelecek adına endişelenmiyor muyuz? Akşama kadar çalışan bir anne akşam çocuğu ile nasıl ve ne kadar ilgilenebilir, evin içerisinde sağlanması gereken düzen nasıl kurulabilir? Dünyada bir evlat yetiştirmekten daha önemli, daha kıymetli hangi meslek var söyler misiniz? Bir yavrunun özellikle ilkokul öncesi dönemde annesinden daha çok ihtiyacı olan kim olabilir? Hangi fert o dönemde bir evlada annesinin yokluğunu hissettirmeden ilgilenebilir? Bugün yavrularımızın annelerine en çok ihtiyaç duydukları dönemde onlardan mahrum kalmalarına sebep olanlar bu durumun hesabını ödeyebilir mi?
Kadına özgürlük denilen, kadının ailesine hizmet etmeyip tanımadığı insanlara hizmet etmesi midir? Evde eşine bir fincan kahve pişirmeyip, dışarıda tanımadığı erkeklere garsonluk yapması mıdır? Ailesinin değil de başkalarının dertleriyle uğraşması mıdır? Aile düzenini değil de başkalarının düzenini sağlaması mıdır? Kadın kendi ayakları üzerinde durmalı derken, aile müessesesinin en önemli faktörü olan kadının ailesini ayakta tutmaktan daha kutsal görevi olabilir mi? Aile kavramının içine bireysel çıkarı sokmak ailenin ifsat edilmesine sebep olmaktan başka ne işe yarayabilir? Kadın toplum içerisinde aktif olarak var olmalı derken, aile içerisinde annelik yapan, iyi bir eş olan kadının toplum içerisinde aktif olmasına engel olan nedir? Toplum içerisinde var olmak, kendi ayakları üzerinde durmak aylık belli miktar bir maaş anlamına mı gelmektedir? Diğer taraftan son yıllarda gayri meşru ilişkilerin, zinanın, aile facialarının artmasının sebepleri neden araştırılmıyor? Modern dünyanın kadına özgürlük fikri geliştikçe neden sorunlar büyümeye devam ediyor acaba?
Gözlerimle şahit olduğum; özgür bir kadın manzarası aktarmak isterim sizlere. Çay servisi ve temizlik işine bakan bir kadın arkadaşımız. Tam bilmiyorum ama asgari ücretin biraz üstünde maaş alıyor. 6 -7 aylık hamile olduğu bakılınca anlaşılan bu özgür kadının 4 – 5 yaşlarında birde kızı var. Özgür kadın; özgür olmasına özgürde prangası küçük bir kız çocuğu o kadar. Çünkü küçük kızını bırakacak yer bulamamış olacak ki çay servisi yaparken yavrucak yanında geziyordu. Hamile vaziyette bir elinde çay tepsisi bir elinde küçük kız çocuğu ile oda oda gezip çay servisi yapıyordu. Bakıcı bulsaydı demeyin bakıcı parası verecek kadar fazla kazanmıyor. Dahası var ancak dedikodu değil derdimiz. Bunca cefa bir anneye revamı şimdi. Gördüğüm manzara karşısında aklıma kadının özgürlüğü geldi. Kadın savunucuları kadını savunmuyorlar. Kadını yuvasından savuruyorlar. Cemiyeti kökünden kurutuyorlar. Batının özgürleştirdiği kadın ancak bu kadar özgürdür. Bu ne melamet özgürlük Allah aşkına.
Bizce kadın çalışsın ya da çalışmasın haklarını alabilir. Kadının yuvasından çıkması şartı yok bağımsız olması ve haklara sahip olması için. Bizim kadına ekonomik hakları tanımakta samimi olanlara önerimizdir. Ev hanımları asgari ücretli olarak ücretlendirilsin. Ya da çalışan erkeklerin çalışmayan eşleri için ücretlerine hatırı sayılır bir miktar ilave edilsin. Hatta çocuk sayısına göre bu ücret artırılsın. Çalışan bayanlar doğum ve çocuk bakımı dönemlerinde ücretli izinli sayılsın. Kadın savunucularının böyle bir teklif sunduğunu göremezsiniz. Ne oldu maliyetli değil mi? Evden çıkmadıktan sonra kadına 5 kuruş vermezsiniz değil mi? Çoluk çocuk annesiz büyüyecek, evde düzen kalmayacak ki siz kadına özgürlük veresiniz.
Bu teklifimizin hukuken gerçekleştiğine ve kadının desteklenmesine örnek teşkil edecek ve kadın hakkı denilince illa çalışması gerekmez sözümüzün karşılığı bir yargı kararı örneği.
“Bingöl'de meydana gelen trafik kazasında, herhangi bir işte çalışmayan ev kadını hayatını kaybetti. Açılan dava üzerine Bingöl 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, kadının hayatını kaybetmesi nedeniyle "destekten yoksun kalma" tazminatına hükmetti. Tazminat, kadının asgari ücret düzeyinde gelir elde edeceği kabul edilerek hesaplandı.
İlk derece mahkemesi kararının temyizi üzerine dosya Yargıtay 17. Hukuk Dairesine geldi. Daire, kadının asgari ücret düzeyinde gelir elde edeceği düşünülerek hesaplama yapılmasının doğru olduğu sonucuna vardı.
Dairenin kararında, zararın hesaplanmasında dikkate alınan asgari ücretin, bir çalışmanın karşılığı değil, ekonomik değer taşıyan yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesinin karşılığı olduğu belirtildi.”
Demek ki hukuken kadınlara hak vermek çalışma şartına bağlı değilmiş. Aile düzenini sağlayan kadınlara hukuken destek verileceği gibi ekonomik olarak da destek verilebilir. Cemiyet böyle ayakta kalır. Cemiyeti kurtarmak kadını evinde yuvasında desteklemekle olacaktır.
Kadın denilince telaffuz benzerliği sebebiyle akla gelen fakat kadın hakları denildiğinde bağdaşmayan KADEM den ve tarafı olduğunu açıkladıkları İstanbul Sözleşmesinden bahsetmeden geçemeyiz.
Batı menşeili olan kadın hakları savunucularını aratmayan yerli kadın hakları savunucumuz KADEM faaliyetleri ve açıklamalarıyla psikologlardan, ilahiyatçılardan, yazarlardan, aile danışmanlarından kısaca toplumun tüm kesimlerinden tepki toplamakta oldukça başarılıdır. Kadın hakları savunuculuğu kadın haklarının Donkişot’u KADEM’ ve gündemden düşmeyen İstanbul Sözleşmesi ile mümkün değildir. Toplumun tüm kesimlerinin tepkisini dikkate alarak KADEM tüm faaliyetlerini yeniden gözden geçirmelidir. İşte İstanbul Sözleşmesi ve derdi kadın olmayan KADEM.
İstanbul Sözleşmesinin; V. Sözleşmenin Kapsamı; 1.4. LGBTİ Bireyler maddesi: “İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ bireylerden açıkça söz etmemesine rağmen, Taraf devletlerce sözleşmede öngörülen korumanın (toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği dahil), hiçbir ayrıma yer vermeksizin bütün gruplara sağlanması gerektiğini öngördüğünden (m.4/3)[37], ev içi şiddet mağduru LGBTİ bireylerin de, sözleşmenin sağladığı korumanın kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerekir.”
Ayrıca İstanbul Sözleşmesinin ne bağlayıcılığı olacak diyenler içinde; Anayasanın madde 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Bunun hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
KADEM önce kadın ve çocuklar dedikten sonra el çabukluğu marifetiyle ibnelerinde (LGBTİ) dâhil edildiği anlaşılan toplumun değerlerini ve aile yapısını hedef alan İstanbul Sözleşmesi’nin sözleşme hükümlerinde de açık açık bahsi geçen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” zırvalığını görmezden gelerek, sözleşmenin tarafı olduğunu bildirmiştir. LGBTİ’nin truva atı olan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ fitnesini güya, ‘Toplumsal Cinsiyet Adaleti’ diye savunmaktadır. Ayrıca kadın merkezli bir çözüm arayışı ile aile kurumu korunamaz. Eğer bir problem ele alınacaksa bütüncül ele alınmalıdır. Futbol takımı destekler gibi sadece bir tarafı sürekli desteklemek sosyal problemleri çözemez ve çözememiştir de. Problemler yerine ailenin çözülmesine yol açan KADEM projeleri derhal durdurulmalı ve yeniden ele alınmalıdır.
Kadının çalışmasına ya da toplumda var olmasına karşı olan yok, bizim itirazımız küresel sömürü sisteminin, kadını, ailenin ve anne olmanın itibarına karşı bir köle olarak kullanmaya çalışmasınadır. Necip Fazıl KISAKÜREK ’in bize sunduğu ölçüyü esas alıyoruz.
“Bu inkılabın kadınları, esasta muazzez ve münezzeh ev kadrosunun ve aile çevresinin sultanı olacak, hayatın yırtık seciye emredici iş sahalarından hiçbirinde görünmeyecek; buna rağmen İslami ölçülerin yasak etmediği ve kendisine icap gördüğü sahalarda da şerefle içtimai faaliyet kabul etmekten kaçınmayacaktır.”
Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir çağda tecelli edip kadının ayakları altına cenneti seren bir Peygamberin ümmeti, adından anlaşıldığı üzere kadına verilen ehemmiyetin vatandaşı Anadolu insanının, cadı avı adıyla kadınları yakalayıp yakarak öldüren Batı dan “Kadın Hakları” adına alacağı dirhem bir şey yoktur vesselam.
Servet Turgut ‘un “Zeus’un döl yatağı alçak Avrupa! İyiysen de kötüsün!” sözünden yola çıkarak. “Zeus’un döl yatağı alçak Avrupa! Bu karanlık tarihinle sen mi kadın haklarını savunacaksın? Hadi ordan!”