Bu sayfayı yazdır

Toplumsal Barış Mı Dediniz?

Yazan: 15 Kasım 2019 3232

İnsan yaratılış itibariyle sosyal bir varlıktır. Ve canlılar içinde kendi türü ve diğer canlılarla en çok ilişki içinde olan yine insandır. Bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde devamı, insanın doğuştan sahip olduğu yeteneklerini geliştirerek içerisinde yaşadığı fiziksel ve sosyal çevreyle uyumuna ve bu uyumu barış ve huzur ortamında sürdürebilmesine bağlıdır. Yani barışın ve huzurun sağlandığı bir ortamda yaşamak, insanlar için önemli ihtiyaçlardan biridir. Bu ihtiyacı karşılama düzeyi, toplum hayatımızın sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi konusunda toplumun parçası olan her ferdin sorumluluklarını ve görevlerini yerine getirdiği nispette gerçekleşir.

Toplumsal Barış ise kısaca; huzuru bozucu unsurların olmaması ve toplumun savaş ve çatışma ortamından uzak durması demektir. Fertlerin birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörüyle davrandıkları, insanlar arası ilişkilerin sevgi, saygı, hoşgörü, adalet ve dayanışma ilkeleri doğrultusunda yürütüldüğü, ön yargılardan kaynaklanan anlaşmazlıkların medenî ölçüler içerisinde çözüldüğü bir huzur ortamını sağlamak ancak toplumsal barışla mümkündür. Toplumsal barışın sağlandığı toplumlarda zulüm, şiddet, terör, adaletsizlik, haksızlık ve ayrımcılık gibi olumsuzluklara rastlanmaz. Çünkü barış ortamında farklı dil, din, ırk ve düşünce mensupları, insan olma ortak paydasından hareketle, belli idealler etrafında sağlam bir yapı oluşturmayı başarabilirler.

Toplumsal barışın sağlanmasında ve sağlanan barış ortamının sürdürülebilir olmasında ekonomik, siyasî, askerî ve hukukî unsurlar yanında dinin büyük önemi vardır. Hatta bu konuda en etkili ve en kalıcı gücün inanç olduğu söylenebilir. Özellikle dini eğitimi, barışsever nesiller yetiştirmenin en önemli unsurlarından biridir. ‘Barış’ kavramıyla aynı kökten gelen ve esenliği, kurtuluşu, huzur ve emniyeti temin için gönderilmiş olan İslâm, tarihte olduğu gibi günümüzde de bireysel, sosyal ve kültürel hayatımızın temel dayanaklarından ve toplum bireylerini kaynaştıran en güçlü unsurlardan birini oluşturmaktadır. İnsanları doğru bir şekilde yönlendiren din, kanunların ulaşamadığı yerlerde dahi onları iyi, doğru ve faydalı yönde bilinçlendiren ve vicdanlara hükmedebilen bir unsurdur. Çünkü din, insanın iç dünyasına, düşünce biçimine nüfuz ederek kalbi kötü duygulardan arındırmakta ve ona başkalarına karşı anlayış ve hoşgörüyle yaklaşabilen bir kişilik kazandırmaktadır.

Dinimizin sahip olduğu barış mesajlarını eğitim yoluyla insanlarımıza anlatmak, toplumda zaman zaman görülen barışı bozmaya yönelik oluşumların gücünü ve etkisini zayıflatacaktır. Çünkü İslâm dini doğru öğrenildiği dönemlerde toplum halinde yaşayan insanları kaynaştırmayı başarmış, toplumsal barışın, birlik ve beraberliğin teminatı haline gelmiştir. Dinin Toplumsal barışa katkı sağlayabilmesi için her şeyden önce doğru anlaşılıp yaşanması gerekir. Çünkü yanlış bir anlayış ve uygun olmayan yöntemlerle öğretilmesi durumunda dinimizin birleştirici özelliği kaybolabilir. Nitekim dinimiz ihtiva ettiği emir, yasak ve ahlâkî öğütleriyle insanlar arasında barışı sağlamaya yönelik mesajlar içerdiği halde, dünya gündeminde barbarlık ve terör ile özdeş olarak gösterilmek istenmektedir.

Bazı ayetler ile ilgili ehliyetsiz, kötü niyetli ve itikadı bozuk kişilerce yapılan teviller, Allah Resulü (SAV) ve din büyüklerinin tarihte savaşlara katılmaları üzerine tarihsel bakış açısı olmayan yorumlar, Cezayir, Mısır, Afganistan, Filistin, Suriye, İran, Irak ve Türkiye gibi ülkelerde sivillere yönelik şiddet ve saldırılar manipüle edilerek toplumsal ve evrensel barışın sağlanıp sürdürülmesinde İslâm’ın ve Müslümanların rolü tartışmaya açılmıştır. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’nın simgesi olan ikiz kulelere yönelik saldırıdan sonra İslâm’a ve Müslümanlara yönelik suçlamaların kasten ve sistematik olarak dozajının arttığı görülmektedir. Oysaki bu durum bile başlı başına “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” diyen bir Peygamberin ümmetine zulümdür.

Ayet Meali:

“Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O hâlde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Bakara Süresi-194)

İşte delil… Eğer sizin eviniz, yurdunuz, namusunuz, vatanınız cebren ele geçirilmek isteniyorsa misliyle karşılık vermek zorundasınız. Üzerinize borç… Müslümanlar bu kadar zülüm altında alkış mı tutacaktı zalimlere… Elbette hem karşı duracağız, hem de açık seçik görülsün diye kitaplarımızla, dergilerimizle, yazılarımızla resmedeceğiz bu pislikleri…

Kendisine silah sıkan birine tokat atmak kadar doğal, meşru ve haklı sebepler mevcut iken, tamamen nefsi müdafaa olmasına rağmen emperyalist güçler propaganda gücü ile mazlumun çırpınışını terör diye adlandırıp birde İslam kaynaklı algısı oluşturuyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmakla kalmıyor, bir de kendi evinde soyduğu adamı esir ediyor. Eğer bir terör ve teröristten söz edilecekse, bu teröristin km olduğu ortadadır… Ülkelerin doğal kaynaklarını sömürmek için ajanlarıyla evvela toplumsal barışı bozup, arkasından insanların birbirini yok etmesini sağlamak terör değil de, nedir? Yetmezmiş gibi kargaşa çıkardığı memleketlerde taraflara adeta “Öldürmüşken birbirinizi temiz öldürün!” dercesine silah satmak terör değil mi? Çoluk çocuk demeden, okul cami demeden, hastane pazar demeden bomba atan ve attıran terörist değil mi?

İslâm diniyle terörün asla bir ilişkisi olamaz, olmamıştır da… Halkı Müslüman olan bazı ülkelerde, Batı tarafından ihraç edilen barış karşıtı olumsuzlukların nedenini dini kisveye bürünmüş enstrümanları kullanarak inancı özellikle İslam’ı terörize etmek çabaları fazlaca arttırılmıştır. Bilinmelidir ki; bu ülkelerde dinimizin doğru olarak anlaşılıp yaşanması Batının bu hilelerini görmeyi ve daha sağlam bir refleksle tepki göstermeyi sağlayacaktır. Böylece gerçek bir toplumsal barış sağlanmış olacaktır.

Özellikle aileden başlayarak dinin öğretildiği bütün eğitim kurumlarında dinimizin barış mesajlarını vurgularken, hassas sınırı aşmamak ve cihadı da öğretmek önemlidir. İslam ahireti kazanmak için dünyaya hükmetme esasına dayanır. Dünya başka, ahiret başka değildir. Bir Müslüman yaşarken Müslümanca yaşamadıkça, cemiyetinde bir iz bırakmadıkça, bildiklerinin bir kıymeti yoktur.

Ve cemiyet meseleleri İslam da asla ikinci plana atılamaz.

“İşte cami git kıl namazını, engel olan mı var?”

Diyenlere, “Bize her yer mescit, bizim her halimiz ibadet!” diyecek gençlik yetiştirmeliyiz. Çocuk ve gençlerimizin dini öğrendikleri kaynakları iyi belirlemeli, dinî bilgileri nereden ve kimlerden öğrendiklerini kontrol etmeliyiz. Çocuk ve gençlerimizin doğru din bilgisi almaları sağlanmazsa, bazı yetkisiz ve cahiller bu boşluktan yararlanarak insanlarımızı kendi emellerine alet edebilirler. Çünkü cehaletin olduğu yerde dinî bilgi boşluğu, istismar, taassup, yanlış ve asılsız inançlara yönelme kaçınılmaz olacak; en önemli amaçlarından biri barışı sağlamak olan dinimizin bizzat kendisi toplumsal barışı tehdit eder duruma gelecektir.

Müslüman toplumsal barışın temsilcisi ve buna kastı olanında baş düşmanıdır. 15 Temmuz olayları bize bir kez daha gösterdi ki; dinî eğitim boşluk kaldırmaz. Toplumsal barışımızın ana unsuru olan ve bizim için vazgeçilmez olan İslam dininin öğrenilmesi şarttır.

İslamî eğitime karşı olan inançsız, kitapsız zihniyeti bertaraf etmek boynumuza borç; Seriyye hareketi olarak bu zihniyeti hedef almış olmamız, toplumsal barışı zedeleyici değil, aksine toplumsal barışı sağlama gayesine matuftur. Biliyoruz ki; cuntacı zihniyet bulduğu her fırsatta askerî, hukukî, siyasî darbe peşindedir, ya da bu düşüncede olan hareketlerle iş birliği halindedir.

Gene bilinmelidir ki; Seriyye hareketi var oldukça, son nefer ve son nefesine kadar buna müsaade edilmeyecektir. Memleketimizde ruh kökümüze düşman ve onu kurutmaya yeminli bu zihniyet, içimize asrı aşkın bir süre önce kaçırılan habis bir ifrittir! Eşya ve hadiseler, asırlık vakıalar bütün tezahürleriyle bunu ortaya koymaktadır. Memleketimiz, bu sebeple her ne vakit huzur ortamına girse ve İslam’a doğru avdet yaşasa, rukyeye tutulmuş cinli bir hasta gibi çırpınmaktadır, çırpındırılmaktadır! Tuhaf gerekçelerle yurdum sokakları karıştırılmaktadır. Sonra da ortalığa, “Mesele filan şey değil, asıl mesele falan şey! Sen hala anlamadın mı?” diye izahat kazuratları saçılmaktadır!

15 Temmuz olayları, bunun en güzel tezahür manzarasındandır, hani “bağıra bağıra gelmek" tabiri hinterlandındadır! Bu hadiseden çok önce ve Gezi Parkı olayları vesilesiyle, Servet TURGUT’un “İçimizdeki Cin-Hakikatiyle Gezi Parkı Olayları” ismiyle kitaplaşan sohbeti, Gezi Parkı olaylarının ilk dakikasında verilmiş ve içinde Üstadımız Necip Fazıl KISAKÜREK’in, Temmuz 1980’de ve henüz 12 Eylül darbesi gerçekleşmemişken kaleme aldığı şu ifadeleri barındırmıştır:

“Ayol, şimdi sana musallat olan kanlı ifrit, senin tam 57 yıllık tarlanda yetiştirdiğin ve imanı yıkmak suretiyle beslediğin şeytanın ta kendisi değil de nedir!”

Fikir gözü ve kulağı olanlar, bağıra bağıra gelen hadiseleri görür ve duyarlar… “İçimizdeki Cin” de, herkeslerin Gezi Parkı Olaylarını “asil bir çığlık” diye selamladığı bir demde, bu hadiselerin içimizdeki kanlı ifritin bir oyunu olduğunu ve bu cin görülmedikçe de bu hadiselerin, değişik kostümlerle tekrar tekrar sergileneceğini ve asla bitmeyeceğini dile getirdi.

İşte Servet TURGUT gerçekte, Gezi Parkı olayları vesilesiyle konuşurken, suret değiştirse de bu olayların tekrar yaşanacağına fikrî bir projektör tuttu, bunu işaretledi. Zaten Gezi Parkı Olaylarından bir kaç yıl sonra da, 15 Temmuz olayları gerçekleşti!

15 Temmuz darbe kalkışmasını hiç kimse, öylesine bir kalkışma görmemelidir… Bütün İslam ülkelerini saran ve küresel güçlerin yönettiği olaylar zincirinin memleketimizdeki halkasıdır! Hamd olsun, hem engellendi, hem de bize bir engelleme tecrübesi kazandırdı. Eğer memleketimiz karıştırılacaksa, hangi sokaktan hangi köpeğin çıkacağını da öğrenmiş olduk… Artık memleket, o köpeklere hangi mahfillerden kemik atıldığını da çok iyi biliyor! Sığınakları, barınakları nerededir, daha iyi görüyor… Müslümanların üzerine düşeni yapmaları ve tehlikeyi bertaraf etmeleri, bir hamd mevzusudur… Her ne kadar “demokrasi şehitleri” diye ucube bir kavramla şahadet terennümümüz ifsat edilmeye çalışılsa da, şehitler İslam’ın şehidi olmuşlardır. Müslüman olana ölüm o gece, “Allah için” sayhasıyla gelmiştir. Ve zaten hiçbir gerçek ve derin Müslüman, demokrasi için canını feda etmez, etmeyecektir de…

Bu manada kaydedelim: “Toplumsal barış” için mücadele etmek, tatlı su Müslümanlığı yapmak değil, fikrî ve fiilî hamle vasfına ermek ve bu vasfı icabında icraya koyabilmektir. Hamle vakti geldiğinde, sağına soluna bakmadan, başını elleri arasına almadan, hamlede kimler bulunmuş, kimler bulunmamış demeden ortaya atılabilmek ve vakarla “Ben varım!” diyebilmektir. 15 Temmuz gecesi, bu keyfiyeti fert fert ve topluluk hakikati olarak şahsında gösteren BÜYÜKDOĞU-SERİYYE fikir ve hamle hareketi, mutlak fikrir tohumunun sadece sözünde değil, özünde de meyveye durduğunu gösterdi. O gece, dost ve düşman kutupları gördüler ki; BÜYÜKDOĞU-SERİYYE fikir ve hamle hareketi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi merkezli olarak, birçok stratejik mevkiye bedenleri ve cesaretleriyle siper oldular. O gece, henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklama yapmamışken, Seriyye Vakfı Genel Merkezi’nden aynen şu açıklama yapıldı:

“Devletimizin, milletimizin yanındayız. Öfkeliyiz, silahlanıyoruz, darbeci köpeklerin başını ezeceğiz!”

Bu açıklamanın gereği de yapıldı, silahlandık, toplandık! Açılan ateşleri tınmadık! Tankları yara yara Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gittik… Sabaha kadar, helikopterler, uçaklar ensemize pikeler çekerken tek metre bile tuttuğumuz mevziden çekilmedik… Polislerle ana kapıları tuttuk. Çekilmedik, bombayı nereye bırakacaklarsa, yüzlerce gönüldaşımızla oraya sabitlendik ve uçaklara her sokulduklarında “Gel ulan gel!” yaptık... Atılan mermilerin barutu, terimizi kararttı. Reisimiz Servet Turgut, Genel Kurmay ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne yönlendirdiği gönüldaşlarımızı koordine etti bir yandan... Boğuştuk, yolları kesip uygulama yaptık... Apışmış polislere cesaret verdik... Bir ara Reisimiz uçaklardan birinin sonik patlaması henüz geçmişti ki, Seriyye erlerini topladı ve aynen şöyle dedi:

“Gardaşlarım, gönüldaşlarım! Uçağın bir dahaki gelişinde tek grup olarak değil de, iki grup olarak toplaşalım. Bombayı bırakacak belli! Hepimiz ölmeyelim bari! Bir grup ölürse, kalan diğer grup ölenlerin yerine de devam ettirir davamızı! Ailelerine bakar...”

Bunu gülerek söyledi. Dinlerken bizler de gülüyorduk. Her tehlikede “Allahu ekber!” dedik, şahadet getirdik, ölüme hoşamedi ettik… Zaten bombayı da bulunduğumuz yerin yanına bıraktılar. Külliye şehitleri burada verildi.

Sabah oldu. Reisimiz devletin üst düzey yetkilileriyle görüştü:

“Devlet bize tehlike geçti demeden buradan ayrılmayacağız!”

“Tehlike geçti!” dendi. Vakfımıza gidip basın toplantısı yaptık... Darbecileri tehdit ettik... O gün şehit olmadıysak, istemediğimizden değil, nasip olmadığından... Diyoruz ya, kanımız canımız feda olsun İslam’a, milletimize, vatanımıza... Ama tek bardak çayını içmediğimiz hükümet edenlerden tek bir ricamız vardı:

-15 Temmuz ruhunu daha şehitlerin kanı kurumadan donsuz popçu iğdişine kurban etmemeleri!

Savaştıklarımızın, içimize bir asırda zerk ettiği ahlaksızlıkları, kazandığımız savaşı anmak için serdetmek, asil olmayan ölümlerle ölmek demek... 15 Temmuz’da tekbirlerle, tesbihlerle savaştık... 15 Temmuz’u danslarla, pop konserleriyle, mastikalarla anmamaları şart! Tekbir getirmeleri, getirtmeleri elzem... Kuran okumaya ve okutturmaya mecburlar! Sadamız, özde şu idi:

-Maddede kazandığımız savaşı ruhta piç etmeye çalışanlara fırsat vermeyin... Allah için!

Seriyye ruhuyla Seriyyecilerin dedikleri bu idi. Bu bir “Biz yaptık!”cakası değildi. İçimizdeki ifriti ve ona uşaklık edenleri bilmekten kaynaklı bir ferasetin söylettikleri idi.

Söylemeye de devam edecekler… Ve ruh ve fikir vatanımızın, madde vatanımıza musallat olmuş ifritleri bilsinler ki; artık her şey diledikleri gibi de olmayacak! İstediklerinde memleketi kargaşaya sokamayacaklar! Gazetecisi, sözde sanatçısı, sermayesi, siyasetçisiyle bize içimizden ve dışımızdan musallat olan bütün ifritleri, doğuran ifritleriyle beraber tanıyoruz ve bu ifritlerce idraki ve bünyesi iğdiş edilen gençliğin, ruh ve fikir adaleleri şiş şiş, Allah ve Resul aşkıyla yeniden doğduğunu ve kendisini 15 Temmuz’da gösterdiğini biliyoruz!

İşte size, hakiki toplumsal barışı neşet ettirecek ruh ve mana… Karşısındaki her hırlaşmayı, kuyruğunu bacakları arasına alarak karşılayanların sağladıkları toplumsal barış değil, toplumsal köleleşmedir! Hakiki toplumsal barış, dinimize, vatan ve milletimize hırlaşıldığı her vakit, aslanlaşmak keyfiyetinde saklı!

Vaziyet bize, yitiğimiz ve yiğidimiz Muhsin Başkan’ın şu deyişini tahattur ettiriyor:

“Kan dökmeyi seven bir millet değiliz; ancak söz konusu vatan ise dünyanın şah damarını keseriz!”

Hakan Baykara