Dev hoparlörlerle bütün ümmete duyurulası ve kavratılası bir hakikattir:
-Şeytan, mitolojik bir yaratık değildir. Hayatın içindedir. Durumuna göre devletin, derneğin, derdin, yatağın, yasanın, iktisadın, çarşının içinde, çetesinin başındadır.
Şeytan, filizlendireceği bir kötülüğü evvela kendine karargâh kıldığı bir kötünün-pisin aklında doğurur ve onu kitleler boyunca tasdik ettirmenin peşine düşer. Kâh başarır, kâh başaramaz… Başardığı oranda hayatı çirkinleştirir ve kendi hesabına güzel kılar…
Dediklerimizi teyit etsin diye aktarmalıyız:
Allah, ayet gönderir ve kendi ismi anılmadan kesilen hayvanların yenilmesini müminlere yasaklar:
“Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır...” (Enam-121)
İnzal olunan ayet duyulur, Şeytan, durmaz, harekete geçer, şeytanî fikrini örgüleştirir ve evvela bir grup İranlı’nın aklına girer. Onlar da, akıllarına Şeytan tarafından sokulmuş bu fikri Kureyş’in kuru kafalı müşriklerine aktarır. Ve Allah’a karşı çıkmak için aktarılan bu şeytanî fikir, Allah Resulü’ne karşı şöyle teşekküle getirilir:
“Ya M…d! Söyle bize; bir koyun öldüğünde O’nu kim öldürmüştür?”
Peygamberler Peygamberi (SAV) cevap verirler:
“Allah!”
“Peki, şimdi söyle o zaman; sen ve arkadaşlarının elinizle öldürdüğünüz bir koyunu yemesi helâl oluyor, bir av köpeğin öldürdüğü helâl oluyor da, Allah’ın öldürdüğü bir koyun nasıl haram oluyor?”
Ve işte; tamtamına Şeytan’ın İranlılar vasıtasıyla Kureyş müşriklerinin aklına soktuğu bu Şeytanî düşünceye bizzat Allah karşılık verir ve ayetin devamı gelir:
“Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için vahyeder -telkinde bulunurlar-. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlar olursunuz... (Enam-121)
İşte bu manada hayata, cemiyete, devlete, derneğe, siyasete, iktisada ve dahi mevzusu insan olan her şeye bu manada nazar etmek ve şu deyişi her hamlemizin peşrev cümlesi kılmak zorundayız:
“Şeytan’ı görebilmek, onunla mücadele edebilmenin baş şartıdır!”
Allah, neyi emrederse, Şeytan insanı ondan nehyetmeye çalışır. Allah, neyden nehyederse de, Şeytan, insana onu telkin eder.
Bu böyledir ki; Allah, insanı ikaz eder:
“Şüphesiz Şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın…” (Fatır-6)
Ve dahi Allah, Şeytan’a uymanın akıbetinden haber verir:
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder…” (Nur-21)
Hayata, eşya ve hadiselere bu apaçık ve basit hakikat muvacehesinden bakılırsa, insan doğruyu da, yanlışı da görür. En azından mümin için, Allah’ın emrettikleri açıktır. Bu açıklık, Şeytan’ın ince işçilikle insan için kurduğu ökseyi de nazarlara tebellür ettirir ve böylesi nazar sahibi insanlar tuzağa düşmezler…
Bu minvalde, bizim hakkında defaatle menfi söz söylediğimiz ama devlet idaresindeki Ak Parti’nin de hakkında defaatle müspet kanaat serdettiği ve uygulamaktan vazgeçmediği İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmenin icra aparatı 6284 sayılı yasa için de durum gayet açıktır.
İşte; ailenin iki taşıyıcı sütunu halindeki eşler arasında çıkacak anlaşmazlıklar için Allah’ın bizzat Kuran’da emrettiği:
“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur…” (Nisa-35)
Yani Allah, aile içindeki anlaşmazlığı, ailenin dağılmasına yol açmadan evvel arabulucular vasıtasıyla uzlaşıya doğru istikametlendirmektedir. Zaten kadim inanç ve geleneğimiz, aile mevhumumuz için uzlaşı ve arabuluculuğu bir cankurtaran olarak konumlandırmıştır. Bu cankurtaran olmasaydı, ailenin yerinde çoktan yeller esmeye başlamıştı. Bu manada kadın ile erkeği, ilk anlaşmazlıklarında ayrılmaya doğru istikametlendirmek, rahmanî değildir ve aile için öldürücü bir vaziyet belirtir.
Ve işte bu vaziyet; “Rahmanî”nin olmadığı yerde “Şeytanî” vasfıyla beliren ve aile için tastamam öldürücü bir vasıfla tebellür eden İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasada mündemiçtir!
Zira ceza kanununun tam 48 ayrı adli ve adi suç için uygulama alanı açtığı “UZLAŞMA VE ARABULUCULUK” müessesesi, 6284 sayılı yasa tarafından eşler arasındaki anlaşmazlıklar özelinde yasaklanmaktadır. Yani Allah’ın, anlaşmazlık yaşayan eşler için “Eşler arasında arabulucu olun!” dediği yerde, 6284 sayılı yasa, tam da Şeytan’ı icraya getirir gibi “Eşler arasında arabuluculuk yasaktır!” demekte ve kadının bir öfkeyle ettiği şikâyetini geri almasına dahi müsaade etmemektedir!
Eşleri barışmak imkânından men edip de, evliliği boşanma yoluna soktuktan sonra da bu defa, boşanmayı müşkül ve bazen beş yıl sürücü bir yola sokan mevcut yasalar, ikinci etapta toplumda bir gayrı meşru ilişki trafiği teşekküle getirmektedir ki; bunlar, görebilen için tam da Şeytan’ın haz alacağı işler nevindendir.
Düşünün; 6284 sayılı yasa güya kadına şiddeti önlemek için çıkarıldı ama yürürlüğe girdiği günden bu yana kadına şiddet tam beş kat arttı…
Duyun da, inanmayın:
-Tedbir kararlarını, duruşmasız, belgesiz ve ispatsız verdirten 6284 sayılı yasaya dayanılarak 2019 yılı içinde tam 553.463 erkeğe evlerinden uzaklaştırılma cezası verildi!
Handiyse ülkemizde, dünün köprü altlarında yatan evsiz-yurtsuz insan figürüne şimdilerde, arabası içinde yatan evli-yurtlu ama evinden-yurdundan sürgün ve “koca” isimli bir insan figürü daha eklendi.
Boşanma davalarının hızla arttığı, yeni evliliklerin hızla azaldığı bir ortamda hal böyleyken, AK Parti, kadın Amazon Birliği KADEM musallat bir cin gibi ensesinde olduğu halde, sanki iyi bir halt ediyormuş gibi 2 Ocak 2020 tarihinde “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Genelgesi”ni yayınladı. Buna göre tam 500.000 kolluk görevlisi (Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik birimleri) eğitilecek ve bunlar adeta İstanbul Sözleşmesi’nin işgal ve icra kuvvetleri şeklinde sahaya sürülecek...
Baksanız, bunlar güya kadını selamete çıkaracaklar! Oysa hakikatte bunlar, “Aile Vatanı”nı işgal etmiş güçler için yeni bir bindirme kuvveti gibi işleyecek… Devlet, “Aile”ye dışından sokulacak ve onu parçalamak isteyecek bütün güçlere karşı siper olması gerekirken, “Aile”ye burnunu iyiden iyiye sokacak ve onun millî kültür tutkalıyla birleşik-yapışık mafsallarına çözücü-inceltici bir tiner halinde püskürecek… Çünkü bu devlet el an, bin yıllık değerlerimizle muttasıf bir anlayışta değil, tamamen Avrupa merkezli bir anlayıştadır!
Yani Avrupa güvesi, Anadolu kumaşına, onu güya güvelerden koruyacak naftalin gibi sindirilmektedir de, kimsenin haberi yoktur!
Ve bütün bu icraatları eylerken övünmesinden de anlaşılmaktadır ki, Ak Parti, iyi bir şeyler yaptığı zehabındadır. Oysa izlediği yol ve adımlar, tereddüdümüz yoktur ki, Şeytan’ındır ve bu manada Allah’ın:
“Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder…” (Nur-21)
Diye tavsif ettiği vasatın burcundadır!
Ama maalesef başta devlet başı Recep Tayyip Erdoğan, bütün organlarıyla devlet, bu durumun nasıl bir ciddiyet belirttiğinin farkında değildir. Hatta kayıtlara yansıyan tenakuz dolu bir beyanına bakılacak olursa, Recep Tayyip Erdoğan, eğer İstanbul Sözleşmesi içtimaî bir depreme yol verecek olursa, bu depremin fay kırıklığını alnına çizeceği adamını “Ahmet Davutoğlu” olarak çoktan bulmuştur. Zira İstanbul Sözleşmesi’ni, Ahmet Davutoğlu’nun her nasılsa Avusturya-Macaristan Arşidükü olarak değil, kendi Dışişleri Bakanı olarak imzalamasını suçlayıcı bir dille ifade ettikten hemen sonra:
“Gerçi İstanbul Sözleşmesi’ni de birileri kasıtla köpürtüyorlar!”
Diyerek, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip de çıkmıştır. Yani iş, “Sözleşme kötüyse Ahmet Davutoğlu’nundur. Ama sözleşme şimdilik iyidir ve uygulamadadır!” gibi bir tenakuz tavrı göstererek, İstanbul Sözleşmesi’ndeki Şeytanî tecelliyi göremediğini bir kez daha ele vermiştir. İşte o konuşmasının dökümü:
“Ve bu anlaşmanın (İstanbul Sözleşmesi) imzalandığı dönemin hangi dönem olduğunu şöyle bir incelerseniz, o zaman iş zaten çok daha rahat ortaya çıkacak… Şu anda işte parti kurma çalışmaları yapan beyefendinin (Ahmet Davutoğlu) imzasının olduğu bir dönemdir. Ve bu İstanbul Sözleşmesi, köpürtülme olayı, bunun maalesef çok çok abartılıdır. Bununla ilgili zaten il teşkilatımız geçenlerde bünyede bir toplantı yaptıklarını il başkanımız söylüyor…”
Başı sonunu dişleyen ve sonu başını yumruklayan bu tenakuz sarmalı beyan ortaya koymaktadır ki; Müslüman Anadolu halkının halis hisleriyle teşahhus etmiş Recep Tayyip Erdoğan, Müslüman Anadolu halkına değil, parti bünyesinde toplantı yapan il başkanına inanmakta ve İstanbul Sözleşmesi’nden sadır olan problemlerin, aslında olmadığını, olan şeyin de kasıtlı köpürtmeden ibaret bulunduğunu düşünmektedir.
Olası bir aksilikte nasıl olsa, Avusturya-Macaristan Arşidükü Ahmet Davutoğlu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ketenpereye getirerek Türkiye namına imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’yle beraber timsahlara atılmak üzere zulada tutulmaktadır! Ama şimdilerde timsah olan, İstanbul Sözleşmesidir ve el ense keyfiyle el an, Anadolu irfan ve kültürünü liflerinden tel tel koparıp yemektedir!