Bu sayfayı yazdır

Yazan: 15 Eylül 2021 1879

LÂ, Arapça’da kelimenin başında kullanılabilen bir nefy edatıdır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" manalarına gelmektedir.  

Fakat “L” sözcüğünün ifade ettiği anlamı yalnız bundan ibaret saymak, bu kelimenin bünyesinde barındırdığı namütenahi derinliğin hissiyatına aykırıdır. Bu sözcük, derinliğine “reddi” ve genişliğine kabullenmeyi öyle bir kalıba sokmaktadır ki bütünlüğe bütünlük cehdinde bir kuvvet katmaktadır. Zira Kelime-i Tevhid bu sözcük ile başlamaktadır.

“Lâ İlâhe illallah Muhammedün Resûlullah”

Bir insan bu sözcükleri kalben ve manen söylüyorsa o kişi Müslümandır. Kelime-i Tevhid’in “Lâ” ile başlaması kuvvetli ve derin bir uyarıyı ifade etmektedir. Öyle ki varlık ifade etmesinde nasıl ki insan, yokluğa yüz tutmuş her şeyden bir kaçış içerisindeyse bu da yokluğa yüz tutmuş bir arada kalmışlığa meydan vermeyen Mutlak Din’in metodolojisini ifade etmede başa tutturulması gereken en hakiki manayı ifade etmektedir.

Evet! “Yoktur!” diyebilmek… Kayıtsız şartsız imanın ilk temel taşı… “Yoktur!” diyebilmek… Neye yoktur diyebilmek? Tevhid’in hakikati hilafına ondan başkaca uzuvlar icat edilmesine, tevhidin inkarına ve Tevhid’in mutlak hakikatine ulaştıran muhakkak yolu inkar eden ideolojik ve beşeri topyekûn batıl bütün oluşumlara “yoktur” diyebilmek …

Hakikatin haykırdığı gerçeğe, dolaylı yollarla set çekmeye çalışmayı dahi hakikat ölçüsüyle inkar eden kuvvetli bir sözcük… Yarımı sıfır sayan hakikatin nazarına hakiki bakış ölçüsünün metodolojisini belirten, ona koruyucu bir kalkan ve içinden çıkılmasıyla onu kaybettirecek bir daire çizdiren müthiş sözcük...

“Yoktur, O’ndan başka İlah yoktur.” O İlahtır, demiyor, O’ndan başka İlah yoktur diyor. Bunu şöyle anlamak gerekir: İslam bütün oluşumlardan münezzeh oluşunu ve bütün nizamlar üstü nizamını, kendilerini İslam’dan üstün tutan her şeyi bir “Lâ” kuvvetiyle devirmeyi imanın öncelikli vazifesi saymıştır. Bu, bir vakar bir heybet ifadesi olmanın yanında tavırlar üstü bir tavır olarak idrak baltasını küfür çamlarının zehirli köklerinin dibine vurmayı emretmekte bunu iman edenin, imanının en ehemmiyetli vazifesi olarak addetmektir.

Bundan anlaşılması gereken şudur: İslam hakikatiyle ve belirttiği ölçü ifadesiyle, sınırlarına set çekmiştir ve bu dairenin içine girmek isteyenlere öncelikle vakar ve heybet barındıran bir ret vazifesi yüklemiştir. O ret vazifesi de şüphesiz ki Allah’ı (c.c.) İlah edinmeyi kabul edip O’nun dışında kalmış, ilahlaştırılmış her şeyi reddetmek vazifesidir.

Zira Cahiliye Devri müşrikleri bizzat lafzıyla Allah’ı (c.c.) kabul etmesine rağmen idrak hafsalasını çamur deryasına çevirecek çapta O’nun yanına kendi mahsulleri olan putlar koymak gafletine düşmüşlerdir.

Her şeyden münezzeh olan Allah ve her sistemden münezzeh İslam, kusursuz mevcudiyetinin temeli olan Tevhid’i işte böylelikle başta akıl putu olmak üzere bütün putları devirmek suretiyle sistemleştirmiştir. Ve bundan çıkarılması icap eden kıymet hükmü de şu olmalıdır:

“Evvela bütün putlardan ve mutlak hakikat bezendirmeye çalıştırılan nefis ve şeytan iş ortaklığıyla imal edilen bütün mücerret ve muhayyel tapınmalardan arınmış bir kabullenmişliktir. O kabullenmişlik ki, yalnızca Allah’ı (c.c.) tek bilmek ve O’nun nizamının hilafına olan bütün muhalif, tefekkürsüzce yüz çevrilmiş cihetlerin suratına “sen mutlak değilsin, muhakkak olan O’dur ve O’nun yoludur!” diye haykırabilmenin şuurunu kazanmanın verdiği kabullenmişliktir.”

Ferdi Uzunyay