Bu sayfayı yazdır

Yuva mı Tabut mu?

Yazan: 25 Ağustos 2021 1287

Bildiğimiz üzere vampirler güneş ışığında duramazlar ve bu sebeple de gündüzleri ölülere matuf tabutlarında geçirir ve gece canlanıverirler. Bu manzara ne kadar da modern dünyanın evlerine benziyor. Şöyle bir ziyaret edelim bu evleri; sabah bir curcuna ile herkes bir yere yetişme telaşında, en iyi evde, herkesin sabah çıkış saati denk gelir ve evin hanımı modern dünyaya az da olsun rest çekmiştir de kahvaltıyı hazırlamayı kadın erkek eşitliğine aykırı bulmamıştır da, aile, aile olma şerefine erebilmiştir. Bu iyi senaryo tabi. Evden farklı saatlerde çıkan ailelerde kimse kimseyi görmeden atıverir evden kendini. Sonrasında evin tabutta bekleme süreci başlar. Perdeleri bile açılmamış bu ev, güneşin batmasını bekler canlanmak için. Gün boyu ölü.

Evlerle aramız açılıyor

Çünkü savaşlardan biridir evlerinden kaçanlar

C. Zarifoğlu

Evin gününü ölü geçirmesi, evin hanımının evde olmamasındandır haliyle. Bir evi ev yapanın kadın olduğu gözlere çarpar burada. Kadın gitti mi herkes gitti. Evde olması gereken o minicik çocuk dahi bir şekilde evden çıkarılmıştır, evden giden kadının üzerine. Kadın evden, çalışmak, kendi parasını kazanmak için çıkmaktadır. Günümüzde kadının çalışma özlemini tetikleyen sebeplerden birisi, tarihi seyirde evinde oturan kadınların yaptığı işin öneminin anlaşılmaması hatta unutulmasıdır. Kadın evden çıktığında evi, ev hayatını soldurduğunu, bu durumun çocuklarının çocukluğunu soldurmakla özdeş olduğunun farkında değildir. Babaannelerimize ve daha eskilere baktığımızda, evde olmanın sorun teşkil ettiğini görmeyiz. Onlara göre ev, olması gerektikleri yerdir. Ancak onların bir alt neslinde çalışma özlemi veya çalışan kadınları görüyoruz. Kadını çalışmaya iten evin değerini bilmemesi ve erkeğin evinde duran kadının değerini bilmemesidir. Kadın, evde olmanın ona faydası olmadığı düşüncesi ile evde olduğu her anı işe yaramaz olarak hissetmekte. Erkek de dışarıda çalışan kadınların yanında, evinde olan hanımını onların aşağısında konumlandırmaktadır. Bu modern zamanın getirdiği kavram kargaşası, hızlı değişimin kafa karışıklığıdır. Unutulan şey ise, İslam'da bir şeyin değerinin zamana göre tespit edilmediğidir. Bir mümin her hareketini İslam'ın mihengine vurduktan sonra yapmak zorundadır. Bir müminin değerler piramidi İslam'a göre olmalıdır.

Çalışmak, ayakları üzerinde durmak, kimseye muhtaç olmamak, insanların saygı göstermesi, nefse hoş gelen şeylerdir. İyi de, dinim bana ne diyor? Kadının çalışması noktasında cevaz veren ayet, hadis araştırmasına girilir, araştırılır çünkü iaşe peşinde koşmak İslamiyet’in kadına verdiği önemli sorumluluklar arasında değildir, bu yüzden de araştırma ile cevaz aranır. Cevazları bir geçip Müslüman bir kadının en önemli rolü nedir, önceliği neler olmalıdır bunlara bakılsa çalışmanın bu öncelikleri ne denli yıktığı apaçık görülecektir.

Kadının iş hayatına girişi Sanayi Devrimi ile mutasyona uğrayan feodal beyi olan kapital fabrika sahiplerinin ucuza iş gücü araması ile başlar. Yani öyle kadın hakları savunucularının kutsadıkları gibi ulvi bir sebebe dayalı değildir. Bu mor boyalı kadın hakları savunucuların mücadelesi, ucuza iş gücü kovalayanların kadını iş sahasına çekişinden sonra başlar. Kadına, erkeğe verilen maaşın yarısı ya da üçte biri verilir başta. Ayrıca kadının iş sahası da belirli bir nitelik gerektirmeyen işler olarak sınırlıdır o zamanlarda. İşte tam da burada kadın hakları savunucularının işi başlar ve kadın-erkek eşitliği ifadesi de kendisini maaş ve makam eşitsizliğinden neşet eder. Bugün maaş ve makam noktasında eşitlik sağlanınca bu kavram mihrakından kopar ve hayatın her alanında eşitliğe doğru sinsi bir kıvrılışla kıvrılır. Geldiğimiz noktada kadınların çalışma oranları ile gelişmişlik düzeyi arasında paralellik kurulur. Peki refahın ve huzurun bu paralellikteki etkisi nedir? Gelişmiş olarak tabir edilen ülkelerde suç oranları da gelişmiştir. Misal, ülkemizde kadın cinayetleri kültür düzeyi düşük olarak görülen okumamış kişiler tarafından gerçekleştiriliyor gibi bir algı vardır ama istatistiklere bakıldığında üniversite mezunları tarafından gerçekleştirilen istismar ve cinayetler oranca daha fazladır.

Her ne kadar mücadele ruhu gibi görünse de dünyayı değiştirmek gibi lanse edilse de kadının kendini dışarı atışı bir seri malı hareketten öte değildir. Çalışmayan kadını dövüyorlarmış. Aslında gerçekten de dövüyorlar; laflarla, tavırlarla... Bu tavırlara karşı ulvi bir şey yaptığını göremiyor kadın; anneliğini...

yuvami.tabutmu.1

İşte bu hava karşısında evlerimizin yaşayan ev olması o kadar önemli ki. İslam’ın yaşatıldığı ev. Aslında evlerimizi bu manada canlandırdığımız zaman o evdeki kadının niye çalışmadığının yanında o evde yaşayan bireylerden yansıyan huzurun ne olduğu da içten içe sorgulanmaz mı? Öncelikle evde annenin olması evlerin canlanması için evvela lazım olan şeydir. Kadının evine dönmesi gereklidir.

Evinde durmayı seven kadınlar

Mermerle sıvıyorlar çocuklarını

C.Zarifoğlu

"İslam toplumu, birbirine sıkı biçimde raptedilmiş üçlü bir sacayağı üzerine inşa edilmiştir: Aile, akraba, komşu." der Ebubekir Sifil Hoca. Günümüzde ise bu üçlü sacayağını yerle bir etmek kadını yerinden etmekle kendiliğinden gerçekleşivermiştir. Aile perişan, akraba kavramı kalmadı, komşunun adı dahi bilinmiyor.

Kadının eve dönmesi, evde televizyonun, telefonun tahakkümünde; hayatını görümcesinin ne aldığı ne giydiği gibi dünyevi şeylere vakit ayırması için istenilen bir şey değildir. Evinde olup da derdi dünya olan kadınların sayısının artması da kadının çalışması gerektiği inancını doğurdu zaten. "Yıllardır evdesin de ne oluyor?" Aslında bu soru bir bakıma yersiz de olsa evinde olup da evde olmanın hakkını veremeyen kadınlar bakımından da yerindedir. Evde olmak, evet ama evde nasıl olmak?

Üstadın "Bir şey kopuyor benden, şey, her şeyi tutan bir şey" dediği anlamı kavramış bir evde oluş lazımdır. Kadına anne olmak gibi önemli bir vazifenin verilişini kavramış bir evde olmak. “Hoşça bak zatına ki zübde i alemsin sen” der şair. Bununla insanın ne denli önemli olduğunu anlarız. Kadın da cenneti ayakları altına seren anneliği ile insan olma değeriyle beraber ne önemli bir yerde olduğunu anlamalıdır. Hepimizin kendini buna göre yetiştirmesi gerekir.

Kadın, bir insanın temellerinin atıldığı 0-6 yaş arasında çocuğa yön verendir, bu yönüyle de bir nesil yetiştirendir. Herkes annesinden öğrendiği doğru ve yanlışlarla büyür, bu doğru yanlışlara göre düşünür, şekil alır. İnsanın çocukluk evresinde öğrendiği doğru ve yanlışların gücü ise kolay kolay yok olamayacak kadar büyüktür. Bu bakımdan da kadının bu ümmetin geleceğini inşadaki rolü yadsınamayacak kadar büyüktür. Ebubekir Sifil Hoca'nın bahsettiği İslam toplumunun bu üç ayağının (aile, akraba, komşu) birden kırılması kadının evi ile olan irtibatını kesmekle tek seferlik bir hamle ile gerçekleştirilmektedir. Kadının çalışma hayatına katılımı ile evlenme oranlarında düşüş, boşanmada da sıçrama yaşanmıştır. Mevcut ailelerde ise bozulmalar had safhadadır.

Komşu çocuğu üzerinde basit bir gözlem yapmıştım zamanında; en sevdiği çizgi filmi açıp tam da o çizgi filme dalmışken çizgi film de hala açık iken kendi kendime oyun oynamaya başladım onu da davet etmeksizin. Amacım bir çocuğu, gerçek mi yoksa hayali olanlar mı daha mutlu ediyor onu anlamaktı. Bunun üzerine çizgi filmi bırakıp oyunuma dahil olması birkaç dakikayı aşmadı. Üstelik izlediği, izlemediği zamanlarda da sürekli yaşadığı ve anlattığı bir çizgi filmdi, öyle tutkulu seviyordu. Bunlara rağmen komşu çocuğunun seçtiği ise benimle oyun oynamak oldu. Bu dışı süslü, suni hayat asıl güzelliklerin önünde yalnızca perde. Yapılması gereken gerçek güzeli, güzel bir şekilde gösterebilmek, cazip kılabilmek. O komşu çocuğu yalnızlıktan, ilgisizlikten o çizgi filmine o kadar bağlanmış aslında. Annesi çalışan her çocuk bir yanıyla büyük bir yalnızlık içerisinde, öğrendiği şey yalnız olmak. Bu yalnızlık duygusu menfi bir eksikliğin getirisi. Yoksa kreşlerde kurslarda çok fazla insanla beraber ama hemhal değil.

Güneşin batışı ve eve dönüş. Gerdanına yanaşabilmek için gösterilen bir gülümsemedir çocuğa getirilen hediyeler, yarın bir ısırık alınacaktır. Ardından dudaklarından kan sızan vampir donukluğundaki evde herkes ayrı bir odada. Güneş ışığını almamış ev, güneşe inat edercesine her odasında ayrı bir lamba aydınlığında. Yüzü hiç güneş görmemiş vampir beyazlığı. Bu ev ne ölü ne de diri...

Ayşe Nisa Çakır