Zihni ve İmani İğfallere Karşı Hakikat İle Korunmak

Yazan: 22 Şubat 2020 2564

 

Hey bu devir hey!

Bize, kimi kimden korutmaya çalıştırıyor, Heyhat!

Yer yer yeni nesil çarşaflı-Cübbeli ve iğfal tineriyle inceltilmiş Kemalistlere rastlamasaydık, söz söylemez, Allah’a havale ederdik! Ama rastladık ve inceden dokunduruyoruz!

Devam ederse, daha ağır devam eder, kalemimizi daha da sivriltiriz!

Heyhat ki ne heyhat! Kimler, kimleri ahbesler muhabbetine doğru kışkışlamakta, görülsün ve deşilsin!

 

ZİHNİ VE İMANİ İĞFAL İÇERİR!

cübbeli sb

Şimdi, burada bir vatan toprağındayız; burada bu insan uyumamış, yememiş, içmemiş. Bu bir fedakarlık ister. Kaç yaşında vefat etti... Çok yaşamış bir insan değil. Cepheden cepheye hizmet etmiş... O günkü şartlarda, o günkü zorluklar içerisinde bunu yapmış. Hilafeti bile kaldırırken çok üsluplu, çok usturuplu mesela. Şimdi o günkü şartları bilmeyen, o gün onun karşılaştığı şeyleri bilmeyen, kâr zarar hesabı yapamaz. O tercihi neye göre yaptı, akıllı olacağız; yani her şey istediği gibi tozpembe miydi dünyada? Yeni kurduğu bir devlet, her şeyi kabul ettirebilecek durumda mıydı...

Bizim cemaatte hiyerarşi yok, kimse körü körüne bana bağlı olmasın. Kimse dediklerime uymak zorunda değil, aklını da kiraya vermesin. Ben Atatürk'e düşmanlık edilmemesi gerektiğini, devletin kurucusu olduğunu söyledim. Devlet büyüğü olduğunu söyledim, saygı duyulması gerektirdiğini söyledim. O günün şartlarında yapabileceğinin en iyisini yaptı. Cemaatim benim dediklerimin hepsini yapmaz, yaptıkları var, yapmadıkları var. Beni tenkit edenler en çok bizim içerimizden çıkıyor, üzülmüyorum. Akıllarını kiraya vermesinler.

“Atatürkçü olsun, Kemalist olsun, ulusalcı olsun, vatansever olan, vatanın bölünmemesi için gayret eden herkesle, her yönde, her yolda buluşalım, burada birleşelim, bunu söylüyoruz. Atatürk bizim milli değerimiz olduğundan bunu tartışmaya açmayalım. Bir noktadan ayrılırsak, dış güçler müdahale eder. O Atatürkçü, bu şucu, bucu dersek doğru olmaz. Bu isteniyor, buna malzeme verirsek birlik bozulur. Devlet çok dikkat etmeli, adamını kontrol etmeli. Şahıslar mezhep, ırk yönünden ayrılmamalı. Aklımızı başımıza toplayacağız, milli değerleri tartışmaya açmayacağız, kim neye inanmış inanmamış o bizi alakadar etmeyecek. Devletin bekası devletin muhafazası önemli."

Bu vatan, ecdadımızın fethettiği vatanlar; bize vatan yapmışlar. Mustafa Kemal de kurtarmış. Bunu kurtarana nasıl düşman olacaksın yahu? Sevmemenin ne anlamı var? Yapılan ortada.

Mesela, tefsir yazdırması... Buhari'yi tercüme ettirmesi... Bu millet ne okuduğunu anlasın, demesi... Elmalılı Hamdi Yazır gibi, en iyi ilmi, o gün için en ehlisünnet, Mâtürîdî Hanefiye ekolünden olan birine yazdırması... Diyanet'i kurması, Diyanet’e bütçe ayırması, Diyanet'i desteklemesi... Yani, Atatürk o günkü şartlarda, o günkü imkansızlıklar içerisinde, bu vatanı kurtarmış. Burada namaz kılıyoruz, burada Kuran okuyoruz, zikir yapıyoruz. Allah o gün, bu işte emeği geçen, zerre kadar uykusundan fedakarlık eden, tüm ecdadımıza, gazilerimize, şehitlerimize, rahmet eylesin.

“Buna düşmanlık yaparak yıpratmanın kimseye faydası yok."

 

HAKİKAT – BELGE İÇERİR

Uğur Mumcu'nun yayına hazırladığı "Kazım Karabekir Anlatıyor" isimli eserde Kazım Karabekir, Mustafa Kemal'in kendisine şöyle dediğini aktarıyor:

"Bak Karabekir! Arap oğlunun (Haşa Allah Resulü!) yavelerini (yalanlarını, saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran'ı Türkçe'ye tercüme ettireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!" (Tekin Yayınevi-Ankara-1993- Sayfa 92-93)

1932-1933 yıllarında Ankara'da görev yapan ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill'in hazırladığı ve Atatürk'ün kendi ağzından dinle ilgili görüşlerini içeren rapor ilk kez Toplumsal Tarih dergisinde araştırmacı yazar Rıfat N. Bali'nin hazırladığı yazıda yayımlandı. Bu raporun hikayesi de şu:

charlesBüyükelçi, Ankara'da görev süresi boyunca Atatürk ile yaptığı görüşmelere ve gözlemlere dayanarak 'A Year's Embassy to Mustafa Kemal' adlı bir kitap hazırlıyor. Eser ilki, 1934 yılında Atatürk yaşarken, üç kez Türkçeye çevriliyor. Kitabın en ilginç bölümü Atatürk'ün dine bakışını içeren kısımdır. Bu bölümde yazar, Atatürk'le yaptığı uzun bir mülakata yer vermiş ancak Atatürk'ün sözlerinin bir kısmını kitaba almamış bunu da "Din konusundaki şahsi görüşleri hususunda söylediklerinin tamamını burada vermek hiç doğru olmaz" satırlarıyla dile getirmiştir.

Ancak Sherill, kitaba sadece bir bölümünü aldığı görüşmeyi özetleyerek bir rapora döküyor ve ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderiyor. ABD Dışişleri Arşivi'ndeki bu raporu da, Rıfat N. Bali Türkçeye çevirip Toplumsal Tarih'e yazıyor.

Biz de, zihni ve imanı iğfal edilmeye çalışılan Müslüman Anadolu halkı için bu raporu aynen yayınlıyoruz:

ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ

Sayı:423, Ankara, 17 Mart 1933

Konu: Türkiye'de din

MÜNHASIRAN MAHREM

Saygıdeğer Hariciye Vekili, Washington

Beyefendi,

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ile dün öğleden sonraki üç saatlik mülakatımda, hakkında yazmakta olduğum biyografinin sekiz bölümünü birlikte gözden geçirdiğimiz sırada Türkiye'de din meselesi bahis edildi. İncelememde Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dininin gelişimi konusuna oldukça yer verdiğime dikkatini çektim, biyografim için -yayınlanmak veya yayınlamamak kaydıyla bana söylemek istediği kadarıyla sınırlı olmak üzere bu mevzudaki görüşünü bilmek istediğimi belirttim. Sözlerinin hangi kısmının efkârı umumiye(nin) (bilgisi) için olduğunu, hangi kısmının olmadığını belirterek mevzu hakkında teferruatlı bir şekilde konuştu.

Galiba, altı ve yedi yaşındayken annesi onu bir sıbyan mektebine göndermek istiyordu. Burada öğretmen Kuran dersleri de verecekti. Bu, uzun Arapça bölümleri ezberlemek demekti. Diğer yandan babası oğlanın din eğitiminin verilmediği laik bir mektebe gitmesini istiyordu. Her ne kadar sonunda babanın sözü kabul edildiyse de annesi oğlanı Selanik'te geçerli olan geleneksel tören eşliğinde sıbyan okuluna gönderdi. Ertesi gün babası oğlanı okuldan aldı ve laik okula koydu. Buna çok üzülen annesi epey ağladı ve oğlanın teklif etmesi üzerine sıbyan okulundaki din hocası eve gelip ona Kuran eğitimini verdi. Bu sadece bir ay sürmesine rağmen anneyi tatmin etti. Bu, ömrü boyunca alacağı tek din eğitimiydi.

'Beşeriyetin Tanrı ihtiyacı'

Agnostik olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı, kesinlikle reddediyor, ancak dininin sadece Kâinat'ın Mucidi ve Hâkimi tek Tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor. Ayrıca beşeriyetin böyle bir Tanrı'ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu Tanrı'ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor.

Daha sonra teferruatlı bir şekilde neden o kadar inançlı bir Protestan Hıristiyan olduğumu sordu. Ben de ona, bu raporda yeri olmayan, sebeplerimi söyledim. Sadece bir genel mütalaa söyleyebilirim. Suallerinde tamamıyla samimiydi, bu da din konusunda yeterince zihin yorduğunu göstermekte. Daha sonra, 10 yıl önce inşa ettiği yeni Cumhuriyet'in Reisicumhuru olarak iktidara geldiği zaman İslam dininin durumu hakkında bilgi vermeye başladı. Şeyh-ül İslam'ı, medreseleri, Mahkeme-i Şer'iyyeleri ve bu mahkemelere riyaset eden kadılar, hocalar ve muhtelif dervişler dahil olmak üzere bütün ruhban sınıfını lağvetmeyi gerekli bulduğunu söyledi. Osmanlı'da geçerli olan bu ruhban yapıdan geriye kalan, müezzin olarak minarelerden halkı ibadete çağıran ve camilerde namaz kıldıran imamlardı.

Ona az evvel tasvir ettiği bu yapıyı tamamıyla yok ettikten sonra Türk gençliği için, şayet kaldıysa, ne tür dini tedrisat kaldığını sordum. Kifayetsiz medrese sistemini tüm ülkeye yayılmış ilk ve ortaöğretim sistemiyle ikame ettiğini ve bu sistemin (talebeyi) üniversiteye dek götürdüğünü belirtti. Hz. Muhammed'in hayat hikâyesi ve daha ahlaklı yaşama konusundaki hikmetli düsturlarla dini tedrisat verildiğini, bu dini tedrisata Yeni ve Eski Ahit'te tasvir edilen diğer büyük dinleri ve Budist dini kitapları da dahil ettirdiğini söyledi.

Daha sonra o ve ben bu modern Türk dini tedrisatı ile Birleşik Amerika'da ortalama pazar okulunda verilen dini tedrisatı mukayese ettik. Pazar okullarımızda verilen dini tedrisatın cuma sabahları kadınlar tarafından tüm ülkedeki Halk Evleri'nde verilip verilemeyeceğini sorduğumda böyle bir fikrin muvaffak olacağına dair pek şüpheli göründü, ancak yeni bir fikir olduğunu ve kaale alacağını söyledi. Bu amaçla kadın öğretmenlerin vazifelendirilmesi fikri ona cazip geldi, çünkü bu şekilde hocaların erkek partizanları, siyaset veya benzeri muhtemel başka mesele yaratacak ihtimallerden kaçınılmış olacaktı.

Bursa hadisesi (Türkçe ezan aleyhine yapılan bir nümayiş)

Bu çerçevede yakın tarihte olan Bursa hadisesi üzerinde serbestçe konuştu. Bu hadise Türklerce değil üç yabancı tarafından çıkarılmıştı: Bir Arnavut, bir Bulgar ve bir Rus. Hatta Üçüncü Enternasyonal tarafından kışkırtıldığını da ima etti. Muhtemelen sıkıntı verecek bu siyasi hareketi basit bir dil meselesine, ezanın Arapça yerine Türkçe okunması haline dönüştürerek gösterdiği siyasi maharetten ötürü kendisine iltifatta bulundum.

Bu sözlerim Kuran'ın Arapçadan Türkçeye tercüme edilmesi için nasıl ve neden telkinde bulunduğu konusunda konuşmasına sebep oldu ve bu mevzuda yepyeni bir ufuk açtı.

Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kuran'dan alınan bir Arapça bölüm okudu.

Türkçe Kuran okutma nedeni

Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder. (Tebbet Sûresi'ni kast ediyor) "Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?" dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.

Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü. Saygılı bir şekilde bu bakışıyla mutabık olmadığımı, eşimle yaşadığımız tecrübeyi anlattım. İki Türk arkadaşımızın daveti üzerine 23 Ocak'ta Ayasofya Camii'ne gidip Kadir Gecesi'ne şahit olduk. Ona yüzde 20'si askeri üniformalı 10 bin mümin tarafından doldurulan caminin ne kadar kalabalık olduğunu, bütün müminlerin tam bir saat Gazi'nin de varlığını kabul ettiği Tanrı'ya doğrudan yönelttikleri dualarla nasıl yoğun bir şekilde ibadet ettiklerini anlattım.

Bu kalabalık, bu ibadet ve müminlerin duaya yoğunlaşmaları hususunda izahat istemem, onun Türk gençliğinin din hakkında bilgi edinme fırsatı mevzusunda Türk hükümetinin kısıtlı bir rolü olması gerektiğine dair kanaatini dile getiren daha fazla beyanatlar vermesine neden oldu. Bu beyanatlarını bitirdiğinde şimdilik ortaöğretimde ve Dâr-ül-fünûn'un küçük ilahiyat bölümünde üç büyük din hakkında verilen tarihi tedrisattan fazlasını öğretmeye inanmadığı sarihti.

Sovyetler gibi lağvetmeye karşıydı

Ancak Sovyetler'in her türlü dini lağvetme fikriyle kesinlikle mutabık değil. Bellibaşlı camilerin hükümetçe muhafaza edilmeleri ve amaçları doğrultusunda kullanılmaları gerektiğinde ısrarlı. Üç büyük dinin ahlak öğretilerine dinden ziyade ahlak olarak inanıyor.

Bize ihsan ettiği hayırlar için tek Tanrı'ya sık sık minnettarlığımızı dile getirecek ifadelerin eklenmemesi halinde şahsi dini inancının natamam olacağını söylediğim zaman şaşırdı, ancak alakadar göründü. Sadece yeni bir fikir olduğundan, bu fikri kaale alacağını söyledi. Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı, zira Yusuf Akçura bey gibi samimi arkadaşları beni sürekli onunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi'nin nazikçe 'dostluğumuz' olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikaz etmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dini inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi.

Saygılarımla

Charles H. Sherrill

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi