Biz Ne Kadar Yavuz'uz, Onlar Ne Kadar Şah İsmail?

Yazan: 22 Şubat 2020 2708

Türkiye ve İran, Suriye sahasında tarihî ve ruhî köklerinden ne kadar sarkan dal mesabesindeler? Yani Suriye’de Türkiye ne kadar Yavuz Sultan Selim ve İran, ne kadar Şah İsmail gibi hareket edebilmekte…

Bu sual önemli… Zira Suriye savaşı, yalnız Suriye’yi ilgilendiren bir mesele değil… Türkiye ve İran’ı, iliklerine kadar etkileyecek bir tesire sahip… İki ülke de bunu biliyor. Ama işte iki ülkeden hangisi, bu bilgisine uygun ameli daha çok ve faydasına gelecek manada ifa ediyor. Sualimiz bu…

Basit bakalım:

İran’da bugün herkes, İran rejimi olmasa Suriye Nusayrî rejiminin olmayacağını biliyor. Zira Şiilerin, dünya Müslümanlarının sadece yüzde onunu teşkil etmesi gibi Suriye’de de Nusayrîler sadece Suriye nüfusunun yüzde onunu teşkil etmekteydi. Bunlar da, geçen yıllar boyunca mücahit-muhalif gruplar tarafından eritildi. Öyle ki iş; İran’ın, Afganistan’dan Lübnan’a kadar olan coğrafyadan Suriye’ye Şii savaşçı taşımasına kaldı. Ve İran, dokuz yıldır bu organizasyonu açık açık yapıyor! Bu alenî puştluğu icra ederken de üstelik, Türkiye dahil, bütün dünya kamuoyu onu ve güttüğü milisleri değil, dünyanın her yanından gelen ve Esed’e karşı “Suriye’de savaşan Sünnî-Selefî” grupları konuşuyor. İran, kaldırımda alenen çalışan fahişe ama herkes, ağızlarında politik-diplomatik aromalı bir sakız, Suriye sahasının iffet timsali insanlarını mevzu bahis ediyor!

İran’ın organizasyonu açık ve net… Yemen, Pakistan, Hindistan, Somali, Afganistan, Fildişi Sahilleri ve dahi dünyanın her yanına dağılmış Şiî gruplar, evvela ruh mafsallarından şişiriliyor. İran şişiriyor yani… Mesela Şam’ın 10 kilometre güneyindeki Seyyide Zeynep Türbesi’ni bir ikon gibi kullanıyor. Türbenin üzerinde, Seyyide Zeynep’in intikamının henüz alınmadığını simgeleyen kırmızı bir flama, bir şeytan gözü gibi bütün Şiilere Suriye sahasındaki “Yezidleri” işaret ediyor. Bu Yezidler pek tabii, Sünnî Müslümanlar oluyor. Suriye’deki muhalif-mücahit gruplar yani… “Yezidler” göndermesini destekleyen bir başka tilt de “Yavuzlar” oluyor tabi... Ve bu tilti Suriye sahasına yansıtan Türkiye de, haliyle devrin “Baş Yezid”i olup çıkıyor! Masada Türkiye’ye dost taklidi yapan İran, sahada milislerine alenen “Baş Yezid Türkiye” üzerinden motivasyon devşiriyor!

Ruhî motivasyonun yetmediği yerdeyse İran, Şiî milisleri Suriye’ye maddi menfaat karşılığında taşıyor. Mesela bir ferdi Suriye’de savaşa katıldığı takdirde, fakir Afgan Şiî ailelere İran vatandaşlığı veriyor. Birçoğuna “özgür Suriye”de bağlar-bahçeler-evler vaat ediyor. Ruh ve madde cihetinden devşirilen bu Şiîler, evvela İran’daki kamplara eğitilmek üzere götürülüyor. Sonra da bunlar, Suriye’de sahaya sürülüyor. İşte Suriye’de katledilen bir buçuk milyon Müslümanın önemli bir kısmı, İran ve onun güttüğü bu Şiiler tarafından öldürüldü!

Suriye’de böyle böyle on dörtten fazla Şiî milis örgüt var. Bunlar bir katliam ve tecavüz orkestrası ve bu orkestranın baton çubuğu da, İran’ın elinde… Hizbullah, Mehdi Ordusu, İmam Hüseyin Tugayı, Zülfikâr Tugayı, Fatimiyyun Tugayı ve daha başkaları… İran, birçoğu uluslar arası literatür tarafından terör örgütü de tanınan bu grupları alenen oluşturuyor ve alenen destekliyor.

Hesap edin; Türkiye’ye, Suriye savaşı sebebiyle yapışan bütün bela zamkları, İran mamulü bu Şiî grupların iğrenç terinden damıtıldı. Hatta Şubat 2020 tarihinde evvela sekiz, sonra beş askerimizi şehit eden Suriye rejim saldırıları da, bizzat İran tarafından yapıldı. İçimizdeki 4 milyonu aşkın Suriyeli kardeşimiz, çektikleri ve vesileleriyle Türkiye’ye çektirilen belalara hep bunlar vesilesiyle müptela kılındı. Yani İran, tıpkı Osmanlı’ya devrinde tebelleş olan Şah İsmail gibi tarihî ve ruhî köklerine tam mutabık ve tam motive bir şekilde Suriye sahasında bulunuyor ve Türkiye’ye tam tebelleş oluyor!

Peki ya Türkiye?

Bir kere Türkiye, İran’ın şeytanîlikten yana belirttiği yekpareliği, rahmanîlikten yana belirtebilen bir devlet idaresine sahip değil… Devleti Recep Tayyip Erdoğan değil de, Kemal Kılıçdaroğlu yönetiyor olsaydı zaten, katledilen Müslüman sayısı çoktan on milyonu geçmiş, Lazkiye sahillerinde Esed ile Kılıçdaroğlu çoktan kucaklaşmış, Şii-Nusayri-Alevi hilalini dolunaya çevirme etapları hakkında konuşmaya çoktan başlamışlardı. Hal böyleyken Recep Tayyip Erdoğan idaresindeki Türkiye’nin de, İran’ın Suriye’de Şah İsmail olduğu nispette Yavuz Sultan Selim olamadığını gösteriyor. Olsaydı zaten; ABD ve Rusya’nın ayrı saflarda durduğu bir hengâmda İran, Şah İsmail gibi çoktan topuklamış ve tokatlandığı Suriye’den kaçarak soluğu Tebriz’de almıştı. Ama vaziyet, tam tersi bir duruma işaret etmekte…

İran Şii milisleri, sınırımızdan kabadayılık selfileri çektiriyorlar ve askerlerimizi şehit etmekten de çekinmiyorlar. Çünkü karşılarında tam manasıyla Yavuz Sultan Selim olabilmiş bir Türkiye yok… Elbette bunun birçok sebebi var. Mesela “Milliyetçi” diye tabir edilen ve ekser kısmı teori ve pratikte “Ziya Gökalp-Mustafa Kemal” mamulu olan geniş kesimler, hadiseye din muvacehesinden bakmıyor ve bu bağlamda Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’i birlikte seviyorlar. Olmaması, olmasından beter bir sevgiyle yani… Sonra devleti idare eden ve ekser kısmı “fikirsiz muhafazakâr” diyebileceğimiz kimselerde de “nerede ne yapmak şuuru” ve “öldürücü muhalefete susturucu müdahale ruhu” yok… Böyle bir manzarada da sahada ancak “kaçak ve köçek” Yavuz olunabiliyor, bu da düşmanın iki eliyle saldırdığı bir kavgada, iki eli bağlı olarak kavga etmek manasına geliyor. İşin bir tarafı da, İran’ın “danışıklı düşmanlık” paranteziyle ABD’den-Batıdan destek alıyor olması ve Türkiye’nin, ABD’ye efelenme devresine girdiğimiz bu zamanda bile halâ gizli bir ABD protokolu altında bulunuyor olması gibi ikisi de Türkiye aleyhine olan iki duruma tekabül ediyor.

Bütün bu etkenler ve başkaları gene Türkiye aleyhine zuhur edince de, Suriye sahasında tam manasıyla Yavuz olunamıyor. Suriye sahasında Yavuz olmak bir yana, -hatırlayın!- İstanbul boğazına yapılan üçüncü köprüye “Yavuz Sultan Selim” ismini vermek noktasında bile Türkiye nice müşküllere müptela kılınabiliyor!

Bugün Türkiye’de Ak Parti’yi destekleyen ve Ak Parti’nin desteklediği gazeteci-entelektüel tiplerin handiyse tamamı, Suriye meselesi ile ilgili yaptıkları konuşmalarına “İdlib’teki terör grupları” isimli bir peşrevle başlıyor. Bütün Suriye sahasından silindiğimiz ve muhalif-mücahit grupların son kale olarak İdlib’e sığındıkları bir hengâmda, İran, onlarca milis-örgüt gücüyle İdlib’ten Hatay’ı gözetlerken, bizdekilerin kafası, tasalandıkları birkaç şeyin içine mutlaka İdlib’teki “terör grupları”nı da katıyor. Kast ettikleri, başta “Nusra-HTŞ” olmak üzere cihat eden birçok örgüt… Hatta Türkiye’nin, Suriye’de söz hakkı İdlib vesilesine münhasır kılınmışken ve bu münhasırlığı Türkiye’ye İdlib’deki bu gruplar sağlıyorken, Ak Parti yanlısı gazete ve televizyonlar, Türkiye kamuoyunu bu yapılara karşı nefretle doldurmakla meşgul… Düşünün; ABD bile Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’nin ağzından “Nusra-HTŞ” için:

“İdlib’te Nusra (HTŞ) gibi yapılar var. Bunlar doğrudan El Kaide’nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esed rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik…”

Derken ve İdlib’te Nusra gibi yapıların varlığından ABD lehine yağ çıkarmaya çalışırken, bizler Türkiye’deki televizyonlarda, hem de Ak Partili gazeteciler-entellektüellerin (herbokologların) ağzından “İdlib’teki terör grupları”nı ve zararlarını dinliyoruz. Hatta daha geçen gün Savunma Bakanımız Hulusi Akar, Esed’in gösterdiği şiddetin radikal-terör gruplarına yaradığı söyleyerek Suriye Nusayrî rejimini Avrupa’ya işin bu maktaından şikâyet etti… Ne imiş, evi ve umutları yıkılan çaresiz insanlar radikalleşiyorlarmış! Elbette Hulusi Akar’ın bu cümleleri ajitaston ve politik-diplomatik soslu… Ama bu cümleleri aynı zamanda tastamam Türkiye’nin Suriye mevzuundaki ezik-çekingen tavrını da ele veriyor. Zira bir insan evi bombalanıp yıkıldığı için radikalleşmez, nefsini, canını, namusunu müdafaaya yeltenir ve bu da o insan namına radikallik-teröristlik değil, asaletlilik belirtir. Ama işte bu asaleti Suriye’de taşıyan birçok mücahit, sırf ABD-Avrupa-Rusya onlara terörist dediği için Türkiye tarafından da terörist olarak tanımlanıyor. Türkiye, devlet olarak belki bir yerde böyle konuşmak-konuşturulmak zorunda kalıyor ama ülke zihnini şekillendirecek gazeteci-entelektüeller (herbokologlar), ekser kısmıyla fikirsiz ve ortaya karışık cinsiyle şahsiyetsiz olduğu için, devletin kışt dediği yerde hoşt diyor, vur dediği yerde öldürüyor ve Türkiye, bu cihetinden de Suriye’de Yavuz Sultan Selim olmak vaziyetini kaybediyor! Yavuz olmayınca da, Suriye’deki hiçbir enstrümanı, Türkiye lehine öttüremiyor!

Hem de İdlib’teki mücahit gruplar, savaşın en başından beri namluları bir kez bile Türkiye’ye çevirmemişken ve hatta, Suriye’deki ufuk hedef noktasında da bu gruplarla bir ortaklığımız var iken… Bu ufuk hedef, Esed’in devrilmesi tabi… İran için de tersinden Esed’in ayakta tutulması… Zihninizi bu manada dokuz yıl geriye götürüp oradan günümüze hızlıca geri getirin ve kuracağınız insaf terazisinin bir kefesine İran’ın Esed’i ayakta tutmak için yaptıklarını, diğer kefesine de Türkiye’nin Esed’i devirmek için yaptıklarını koyun ve tartın… Göreceksiniz, Türkiye ve yaptıklarını yerleştirdiğiniz kefe, hafif olduğu için çok yüksekte kalacak!

Beş asır evvelin, Padişahlığı öncesi Trabzon şehzadeliğinden Şah İsmail ve Şiilik belasını gören ve İstanbul’daki Padişah babasını bir türlü bu belaya inandıramayan Şehzade Yavuz’u, bugün için Türkiye’de Türkiye’yi idare eden Padişah Yavuz değildir ama kendi devrinde Osmanlı’ya her türlü kahpeliği yapan ve içini oymak suretiyle onu yok etmek isteyen Şah İsmail, bugün İran şahsı ve Suriye sahasında, hem de karşısında tam bir Yavuz Sultan Selim olmamak avantajıyla tam bir Şah İsmail’dir!

Eğer Türkiye evvela, en büyük temessülü CHP olan içindeki Şah İsmaillerden kurtulmaz ve dışından tam bir Şah İsmail kahpeliğiyle saldıran İran’a tam bir Yavuz Sultan Selim yaklaşımı göstermezse, peşrevi Suriye olan uzun soluklu bir matem ve mağlubiyet havasına gark olacaktır!

Ve fikir ve iman gözü kör olmayanlar için bu manzara çok nettir…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi