Türkiye'nin Veliahd Prensi Kim?

Yazan: 02 Eylül 2019 3622

Avcıların yaraladığı bir aslan hayal edin. Yara aldığı için, sırtlanlar için dişe ve pençeye de gelir görünmeye başlamış bir aslan… Böyle bir aslanın, acı çekse de ayakta kalması ve aslanlık hilkatinden gelen kuvveyle etrafına, her an toparlanmak ve yanaşık düşmanlarını parçalamak potansiyelini vehmettirmesi gerekir. Yaşamayası için tek yol budur. Ama aynı aslan eğer, çektiği acıyla bir an kendini salar ve yere kapaklanırsa, akıbeti, evvela etrafında halkalanmış sırtlanlarca gövdesi yenilmek ve sonra, avcı malikânelerinin duvarını süsleyen bir aslan başı olmak üzere tahnitlenmek olur. Donuk gözleri, şömine başındaki katillerini selamlayan tahnit kokulu bir aslan başı…

Şimdi de bir ülke hayal edin… Batılı dev emperyal güçlerin dört asırdır sarstığı, eksilttiği, küçülttüğü ama toptan yıkamadığı bir ülke… Sarsıntı geçirmiş bakiyesi etrafında, toptan yıkımı için İslam dünyasından tedarik edilmiş işbirlikçi ve hainlerin halkalandığı, yaralı ama halâ diri bir ülke… Bu ülkenin, tüm arzı patronajı altında tutucu siyaset düsturu mazisinde “İlay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem” olsun. Son asrına hâkim siyaset düsturuysa, kendinden önceki bakiyeyi reddedici, ondan tiksinici ve tüm dünyanın patronajı altına girmeye razı olucu bir düşüklükle “yurtta sus, cihanda sus” olarak tayin edilsin. Ve aynı ülke, onu yarınlara taşıyacak siyaset düsturu için, elleri çenesinde ve bu iki siyaset düsturu arasında, hangisiyle yola devam edeceğini düşünüp dursun…

-Allah’ın ismini yüceltmek için âleme nizam mı vermeli, yoksa başının selameti için yurtta da, cihanda da susmalı mı?

Yaralı aslan ve yaralı ülke… İki misalimizi “Yaralı Aslan Türkiye” tamlamasında eşitleyelim ve zıt kutuplar arası iki siyaset düsturu arasında ona soralım:

-Yaralı Aslan Türkiye! Tercihin ne? Hilkatinden gelen kuvveyle toparlanacak ve yeni bir Osmanlı mı olacaksın, yoksa mütevazı ama sahte bir saadet için Kemalizm ile yurtta da, cihanda da susmaya devam mı edeceksin?

Yaralı aslan Türkiye… Etrafında bekleşen sırtlanlar, düşmanlar… Toparlanacak mı, kapaklanacak mı?

Bugünlerin Yaralı Aslan Türkiye’sinden gelen siyaset kokusu bize, ne tam onun, ne tam bunun, ilki ile tütsülenmiş ikincinin veya ikincisi ile tahfif edilmiş ilkin, hem de “Yeni-Yenilenmiş Kemalizm” (Neokemalizm) vasfıyla ve üçüncü bir yol olarak tercih edildiğini tehassus ettirmekte… Vaziyetin, hal lisanıyla efkâr-ı umuma hitabı:

-Muhtaç olduğun binek, ne at, ne eşek, yeni model karma ruhuyla düpedüz katır… Ya Allah bismillah…

Recep Tayyip Erdoğan… Yaralı Aslan Türkiye’nin, bir asır bir Amerikan bizonu gibi aylak aylak gezdikten ve Batı sindirim nizamına uygun geviş getirdikten sonra, aslanlığını da ona tahattur ettiren yeni lideri… Rejimin, bir Amerikan bizonu kalma yönündeki iradesine rağmen, şahsi kabiliyeti ile onu şimdilik aslanlık kimliğine avdet ettiren bu adam, “Yaralı Aslan Türkiye” misalimizin aynı zamanda zatında teşahhus ettiği bir kimsedir ve ilahî cilve bugün için onun düşüşünü, Yaralı Aslan Türkiye’nin düşüşüne, Yaralı Aslan Türkiye’nin düşüşünü de onun düşüşüne bağlamıştır, böyle olunca da ortaya çok komplike bir destek-köstek bilançosu çıkmıştır. Suallerimiz şunlardır:

-Recep Tayyip Erdoğan’dan yana gibi görünen herkes, gerçekten onun ve vatanın dostu mudur? Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor gibi duran herkes, gerçekten onun ve vatanın düşmanı mıdır?

Yaralanmış Aslan düşerse, ormanın düşeceğine inanan ceylan, geyik, tavşan, ayı, kurt, kaplumbağa cinsinden halis muhlis orman ve aslan dostları ile Yaralanmış Aslan düşerse ondan arta kalanları zıkkımlanan karakulak ve akbaba cinsinden artıkçı, menfaatçi ve orman bigânesi hayvancıklar arasındaki farkı anlamak, Recep Tayyip Erdoğan’ı da zorlar haliyle, bugünlerde memleketin en müşkül bilmecelerinden biri haline gelmiştir.

Ayet meali:

“Şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler…” (Enam-121)

Şeytan, emrinde kendi cinsinden hempaları, insan cinsinden şeytanlara duhul eder, iradelerini teslim alır, arzda fesadı, zulmü, küfrü onlarla yaygınlaştırır. Bugün arzın en güçlü küresel organizasyonu, Amerika’dır ve küresel bir terör organizasyonu gibi işleyen bu yapı, “Birleşik Devletler” tiltiyle Şeytan’ın tecessüm etmiş halini temsil eder. Şeytan, “mücerret ihanet dölü” vasıflı Yahudi’ye, Yahudi de, “müşahhas şenaat uru” vasıflı Amerika’ya duhul eder, hep beraber teçhiz olunurlar ve Allah’a kabadayılanan Şeytan’ın emelleri doğrultusunda gene hep birlikte dünyanın canına okurlar… Babasız Hak Peygamber Hz. İsa’nın göğe yükseltilmesinden bu yana, Yahudi, Şeytan’ın insan kanına karışmak için sistemli olarak kullandığı intraketidir. Şeytan’ın İsrail’den Newyork’a uzanan tesir yolu bugün için, Newyork’tan Kudüs’e doğru uzanan bir damar yolu açmıştır ki; bu nihaî kan rejiminin dehhameleşmek yoluyla zuhur ettireceği kalbi de; Kudüs merkezli Büyük İsrail olacaktır. Hedef evvela nifakı, İslam coğrafyasının ortasında devleştirmek ve sonra Allah’tan izale edilmiş Şeytan İmparatorluğu’nu kurmak… Şeytan’ı, organize suç-küfür örgütü lideri olarak masanın başında göremeyenler, bu dediklerimizi bir diplomasi ifrazatı ve bir fantazya sergüzeşti sayabilirler…

Şeytan’ın duhul ettiği –içine yerleştiği!- Amerika’nın, Soğuk Savaş döneminde kendisiyle korkuttuğu şeytanı Komünizm idi. Dünya halklarını kendisiyle korkuttuğu umacısı… Bu beşerî sefalet ideolocyası anavatanı Rusya’da çökünce, Amerika’ya yeni bir Şeytan, yeni bir umacı lazım oldu. Zaten hazırdı da; Komünizm’le korkutup ruhuna musallat olduğu, muhtevasını bozmaya ve o haliyle bir kalkan gibi kullanmaya kalktığı İslam’a bu defa, madden çullanacak ve onu küresel tehdit olarak lanse ettikten sonra İslam ülkelerine fiilî müdahalelerde bulunacaktı.

Pislik yapacaklardı ama evvela Samuel Hungtington’a bu pisliği “Medeniyetler Çatışması” ismiyle tezleştirdiler… İki taraf arasındaki farklılık, iki taraftan biri yok olana kadar çatışmayı gerektirmekteydi. Tezin dediği bu idi… Ama tezin diyecek bir şeyi olmadığı yerde, pislik yapmaya da devam ettiler… Mesela kimyasal silah ürettiği gerekçesiyle 2003 yılında Irak’a saldıran Amerika, yüz binlerce Müslümanı katlettikten sonra:

“Pardon! Kimyasal silah yokmuş!”

Diye bir açıklama yaptı ve yerle bir ettiği İslam şehirleri ayaklarının altında, artık bu coğrafyada yerleşik olacağının mesajını verdi. Yerleşecekti, çünkü Büyük Ortadoğu diye projelendirdiği şeytanî bir emel beslemekteydi. Buna göre Pakistan’dan Fas’a, Yemen’den Kafkaslar’a kadarki alanda, çıkıntı yapan bütün idareler düzleştirilecek, yerlerine birer demokrasi idaresi yerleştirilecekti. Yani tilki, her acıktığında bir kümes macerası yaşamamak için, Ortadoğu’nun tavuk gördüğü bütün idareleri ve halkları için bölge çapında büyük bir kümes inşa edecek ve tamamını oraya dolduracaktı. Kudüs merkezli Büyük İsrail için evvela, bütün Müslümanların demokrasi kırbacıyla terbiye edilmeleri şarttı!

Amerika Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2003’te yayınlanan “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” isimli makalesinde, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) şöylece çerçevelendirdi:

“Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar, 22 İslam ülkesinin sınırları değişecek…”

Türkiye, dahil… Hokkabaz bir hırsız, cüzdanını çalacağı adama evvela çarpar, sonra özür dilemek kastıyla ona sırnaşır, sarılır, tokalaşır yani asıl maksadını perdeleyici bir dizi iş sıralar, Amerika da gerçek maksadını, demokrasi getirmek, kaos önlemek, terörü yok etmek gibi bir dizi iş sıralayarak perdeler… İçine, üzerine 22 ülke ismi yazılmış 22 top konulmuş bir tombala torbasında, Amerika’nın gerçek maksadına matuf 23. bir tombala topu daha vardır ki; üzerinde Kudüs merkezli olarak kurulmak istenen Şeytan İmparatorluğu’nun ismi yazmaktadır:

-Büyük İsrail!

Bu şeytan tombalasında 23. top, iş şansa kalmasın ve vakti geldiğinde torbadan çekilebilsin diye torba astarındaki hususi bir kesede bekletilmektir. Şimdilik Amerika için bu Şeytan tombalasının krupiyerliğini yürütmenin yolu, tombala torbasından ismini çektiği ülkeyi aleni ya da örtülü bir işgalle halletmek, sonra sıradaki ülkenin icabına bakmak ve kartela çinkolarını kifayetli miktarda ülke ölülerinden ibaret pullarla doldurmaktır. Vakti geldiğinde de zaten 23. tombala topunu beklettiği keseden çıkaracak ve haykıracaktır:

-Yirmi üçççç! Tombalaaa! Yani:

-Kudüs merkezli Büyük İsrailll…

Yani:

-Arzın kalbinde Şeytan İmparatorluğuuuu…

Temenni ekleri:

-İnsanlığa Şerli olsunnn…

Ak Parti iktidarının başlarıydı. Recep Tayyip Erdoğan, partisinin başkanıydı ancak yasaklı olduğundan ülkesinin Başbakanı değildi. Amerika, 2003 yılında Amerika’nın Irak saldırısı için Türkiye’den topraklarını açmasını istedi. Buna göre 60.000 Amerika askeri Türkiye’ye gelecek ve kuzeyinden Irak’a girecekti… Tayyip Erdoğan, buna izin verecek tezkereyi savunuyordu ama partisi içindeki “Amerika gidecek, biz Irak’la gene yan yana olacağız!” diyen karşı kanadın ters oyuyla bu tezkereyi geçiremedi. Ak Parti’nin bir yarısı, Türkiye’yi Dolar karşısında dans eden bir ülke gibi gösteren karikatürlerdeki trajik gerçeklikten ürkmüş, karikatürlerle beraber tezkere dosyasını da Meclis çöplüğüne atmıştı. Recep Tayyip Erdoğan, bugün bile o tezkerenin o gün için geçmesi lazım geldiğini savunmakta ve Irak’ın kuzeyindeki kaotik durumu bu tezkerenin geçmemiş olmasına bağlamakta… Aksini düşünenler de, o günkü fikirlerinde ve ellerine Müslüman kanı bulaştırmamış olmanın vicdanî rahatlığını yaşamaktalar… Haklılık payı hangi taraftaydı, diplomatik menfaat ya da vicdanî kanaat, hangi tarafın tavrında mündemiçti? Emelimiz, diplomatik bir derinlik hattı açmak olmadığından, bu suali geçiyor ve tezkere anında Recep Tayyip Erdoğan’ın, okuduğu bir şiir sebebiyle henüz milletvekili bile olmadığını, tezkere anında tek başına iktidar olsa da, Ak Parti’nin hem müesses nizama, hem de Batıya karşı böyle zayıf bir vasat belirttiğini yeniden hatırlatıyoruz. Zira niyetimiz, diplomatik bir amel defteri tanzimi değil, eski niyetler üzerinden istikbâle matuf bir vaziyet bilançosu çıkarmak…

1991 yılındaki Körfez Savaşı… Türkiye’yi, Irak’a birlikte saldırmak için iknaya gelen Amerika elçisi, yıllarca Turgut Özal’a atfedilen bir aforizmayı tekellüm eder:

“Bir koyup üç alacaksınız… Ne sebeple girmiyorsunuz?”

Şu dünyada, Amerika ile “birli-üçlü” alışverişe girmenin, gerçekte hep üçün birini almak manasına geldiğini bilmeyen kalmış mıdır?

Büyük Ortadoğu Projesi, ismi Genişletilmiş Ortadoğu oldu, Kuzey Afrika İnisiyatifi ile birleştirilerek anıldı, şu oldu, bu oldu ama Recep Tayyip Erdoğan, 2003 yılından 2008 yılına kadar kendisini bu projenin eş başkanı olarak takdim etti. Bu devreler, sadece soldan değil, Müslümanlar arasında da Recep Tayyip Erdoğan’a muhalefet eden birçok kimsenin olduğu yıllardı. Bizler de, Şeriatın zahire bakan gözü ölçüsünce bu dönemlerde kendisini eleştirdik, bunu yaparken de sadece İslam dostluğu ve İsrail-Amerika düşmanlığına dayandık… Şimdi… İshal solcu ağzı kullanarak O’nu “BOP Eşbaşkanı” vasfını kullandığı için suçlayacak değiliz! Kabız sağcı ağzıyla olanları ve söylenenleri inkâr edip “Bunlar hep iftira!” diyecek de değiliz. Zira bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın, BOP’un Eşbaşkanı olduğunu söylediği onlarca video kaydı var… Hatta muhalefet yelpazesinin bütün renkleri, devrinde bu eşbaşkanlık mevzuunu diline dolamıştır. Mesela kırçıllı perdeden serdedilen:

“Büyük Ortadoğu Eşbaşkanı gidecek, Türk milletinin temsilcileri gelecektirrrr!”

Sesi, MHP grup toplantısında ve 2010 tarihinde olarak Devlet Bahçeli’ye aittir. Oysa kaydettiğimiz üzere Recep Tayyip Erdoğan, 2008 yılından itibaren “BOP eşbaşkanlığı” tabirini kullanmamış, hatta bu projeyi hal ve icraat lisanıyla da, kendisinin ve ülkesinin gündeminden çıkardığını göstermiştir. Yani Recep Tayyip Erdoğan bize göre Batıya karşı rol üstüne rol çalmıştır, kendisini güçlü hissettiği bir noktada Batıya karşı dirsek göstermeye başlamıştır, ama gene de müzmin muhaliflerin onu dirsekleme mesaileri sonlanmamıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir hile kostümü olarak giyinmiş bulunduğu “BOP Eşbakanlığı” artık üzerinde değildir ama bu vesileyle üzerine bir sülük gibi yapışmış muhalifleri hala üzerindedir. Aradan geçen dokuz yıllık bir zaman, Devlet Bahçeli’yi yanıltmıştır: BOP Eşbakanlığı tilti gitmiş ama Recep Tayyip Erdoğan gitmemiştir, üzerine bir de Devlet Bahçeli’nin kendisi Recep Tayyip Erdoğan’a gelmiştir.

Rol üstüne rol çalmak… Karınca cürmünüzle filler karşısındaysanız, diplomasiyi filler karşısındaki filler gibi yürütemezsiniz, yürütürseniz, şansınız olmaz, ezilirsiniz… Öyleyse daha güçlü ve şerli devletler karşısında, daha zayıf ve haklı ülke liderlerine, o ülke halkları tarafından tanınması gereken bir bonservis hakkı olmalıdır. Bu hakkı layıkıyla kullananlar kahraman, istismar edenlerse hain diye yaftalanmaya müstahak… Öyleyse biz, Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hakkı nasıl kullandığını düşünüyoruz?

Cevabı biz değil; 2003 yılını, bin bir sabır ve katlanışla kendine çeken 2009 yılı, hem de   Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından versin:

“One Minute!”

Recep Tayyip Erdoğan, bu postayı 29 Ocak 2009 tarihinde katıldığı Davos Zirvesi’nde, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e, hem de belirttiği bütün manayla beraber koydu. Yani “One Minute” postası, aynı zamanda hem Büyük Ortadoğu Projesi’ne, hem de rol üstüne rol çalacağı ana kadar Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat kendi sabır ve tahammülüne, gene bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından konulmuştu. Öyleyse Batı için artık, kendilerine karşı rol üstüne rol çaldığını anladıkları adamı devirmek için, yeni roller vereceği kimseler ve Kudüs merkezli Büyük İsrail emeli baki, güncellenmiş yeni projeler lazımdır.

Recep Tayyip Erdoğan, zaten Kudüs davasını satacak adam değildi, satmadığı gibi, gelişecek hadiseler, Kudüs davasını bizzat yükleneceğini de gösterecekti. Ama Kudüs davasını, zaten ona gerçekte hiç sahip olmayarak kırk yıl öncesinden satan biri olmuştu. Kürsülerde, hıçkırıklı vaazlar verdiği günlerde bile halis göz ve muhlis imanla bakan bir mümine İsrail köpekliği görünecek Fetullah Gülen, Davos krizinden itibarendir ki; Recep Tayyip Erdoğan’ı bir şekilde iktidardan düşürecek projelerin içindedir. Köpek, tasmasına gelen bir sinyalle 2009’daki Davos krizinden itibaren, giderek alenileşecek bir gizlilikle kendi rolünü icraya başlamıştır.

İçte ve dışta nicesi, Recep Tayyip Erdoğan gitsin diye çabalamış ama O gitmemiş ve hatta, büründüğü diplomatik kostümden sıyrılarak daha bir kendine gelmişti ama 2007 yılında, Kudüs davasını Kudüs’te sattığı için Gazze’den, 2011 yılında da bütün Filistin’den gitmek zorunda kalan biri olmuştu.

Muhammed Dahlan… Gazze’de fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açan bu adam, çocukluk yaşlarından itibaren, El-Fetih saflarında olarak Filistin davası içinde yer aldı. Hatta 20 yaşından 25 yaşına kadar İsrail hapishanelerinde mesai doldurdu. Maddesinin mi, ruhunun mu karanlığa büründürüldüğü meçhul bu hapis yıllarından sonra, El-Fetih içerisinde yıldızı daha da parladı. 1. Filistin İntifadasının (1987) önemli isimlerindendi. Bu sebeple İsrail tarafından sürgün bile edildi. Sürgündeyken, Arap devletlerinin, İsrail işgalleri sebebiyle giderek radikalleşen Filistinlileri kontrol etmek amacıyla kurdukları Filistin Kurtuluş Örgütü’ne katıldı. 1993’teki Oslo görüşmelerinde, İsrail’le yürütülen müzakerelerde Filistin heyeti içindeydi. Bu görüşmeler neticesinde Gazze’de oluşturulan Filistin Önleyici Gücü’nün başına geçirildi. Artık Dahlan, 20.000 kişilik bir kuvveti El-Fetih namına sevk ve idare ediyordu! CIA ve MOSSAD servisleriyle sürekli ve yakın temasının hızlandığı bu devrede, ismi daha çok Gazze hattında HAMAS üyelerine ettiği işkencelerle anıldı. Hakkında daha sonra ortaya çıkan bir söylentiye göre Dahlan, 2003 yılında Ürdün’deki görüşmelerde Amerika ve İsrail’e Hamas’ı devirme planları sunmuş, bunun üzerine Amerika Başkanı George Bush onun için:

“Bu genç, bizi hayretler içerisinde bırakıyor!”

Diye taltif edici bir cümle kurmuştu. Hal böyle olunca Dahlan artık Arafat’ın, kendisini Ulusal Güvenlik Müsteşarı atayacak kadar güvenini de kazanmıştı. Hatta ismi, 2004 yılında ölen Arafat’ın yerine geçecek birkaç ismin arasında geçmekteydi. Belki de bunun için Gazze’de Hamas’ı, El-Fetih namına alt etmesi gerekmekteydi. Zira İsrail, 2005 yılında Gazze’den çekilmiş, 2006 yılındaki seçimlerse Hamas’ın zaferiyle sonuçlanmıştı. Bu, Kudüs merkezli Büyük İsrail plânlarını sekteye uğratıcı bir gelişmeydi. Ne hikmettir ki; Dahlan da bu andan itibaren Hamas’a karşı imha edici bir çullanma hareketi başlattı. 2006-2007 yılında bunun için Gazze’de Hamas’la silahlı çatışmalara girdi. Ancak giriştiği bu mücadeleyi kaybetti. Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin Kassam Tugayları, 2007 yılında:

“Gazze’yi işbirlikçi pisliklerden tamamen temizleyeceğiz!”

Diye açıklama yaptığında, sözün en öne çıkmış muhataplarının başında Dahlan gelmekteydi. Bu sebeple Filistin Özerk Yönetimi adına yönettiği Gazze’den bir fare gibi kaçtı. Artık Hamas, Dahlan’ı çizgi filmlerde bile M-16 markalı silah tutan bir fare olarak resmetmekteydi. Soluğu Batı Şeria’da alan Dahlan, bu andan itibaren El-Fetih içinden de eleştiriler almaya başladı. Hamas/El-Fetih çatışmasındaki dürtükleyici rolü sezilmişti. Ancak eleştiri yapan bu kimselere de, tıpkı Gazze’de Hamas lideri İsmail Haniyye’ye yapıldığı gibi suikast girişimlerinde bulunuldu. Sanki de gizli bir el, Dahlan’ın önünden bazı engelleri kendini göstermeksizin temizlemeye çalışıyordu. Nihayet 2011 yılında Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Muhammed Dahlan’ı El-Fetih hareketinden de ihraç etti. Suçlamalar, ilginçti: Batı Şeria’da askerî hücreler plânlamak, bazı Filistinli liderlerin suikastlarında parmağı bulunmak, 2000 yılındaki Camp David zirvesinde İsrail ve ABD ile işbirliği yapıp Filistin’in müzakere masasındaki elini zayıflatmak, yüklü miktarda parayı zimmetine geçirmek ve Yaser Arafat’ı zehirleyerek öldürmek… Yaser Arafat’ın, yaşarken veliahd prens gibi davrandığı adam, onu İsrail lehine ve adına zehirleyerek öldürmekle suçlanıyordu!

Bu andan itibaren kuyruğunu bazı Avrupa ülkelerinde sürüyerek gezen Dahlan, oradan Kahire’ye döndü ve ennihayetinde 2011 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’ne sığındı. Böylece Filistinlilerin epey bir zamandır, İsrail’de yattığı hapislerin bile gerçekte MOSSAD namına gördüğü eğitimlere müteallik olduğuna inandıkları Muhammed Dahlan, 50 yaşında ve Ortadoğu ambarını bütün zahire bakiyeleri ve labirent vaziyetleriyle öğrenmiş hain ama donanımlı bir fare olarak yetişmiş, Kudüs merkezli Büyük İsrail için Yeni Ortadoğu projesinde inisiyatif almak için hazır hale gelmiştir.

Yeni Büyük Ortadoğu Projesi için en esaslı süpürme hamlesine Mısır’dan başlandı. Hamas’la yakın Müslüman Kardeşler, 2012 yılında Mısır seçimlerini kazanmış ve Muhammed Mursî Cumhurbaşkanı olmuştu. Mursî, ayağının tozuyla mevcut genelkurmay başkanını emekliye sevk etti ve Tümgeneral Abdulfettah Sisi’yi genelkurmay başkanı atadı. Mursî, farkında olmadan yerine, kendisini darbeyle devirip yerine geçecek veliahd bir prens atadığından habersizdi! Zira Büyük Ortadoğu Projesi, farklı bir isim ve farklı rol dağılımıyla icraya konulmuş, İslam dünyası içinden gönüllü hainlerini de bulmuştu. Bunun için ihanet koordinasyonu Filistin kaçkını ve CIA üssü gibi işletilen BAE destekli Muhammed Dahlan’a verildi. Müslüman Kardeşler, devlet idare tecrübesini henüz damağında hafif bir tat olarak hissetmişken, Dahlan bir buçuk milyar doların üzerinde para harcamış, Mısır’ın Nur Partisi’ni, bütün sol örgütlerini, medyasını, ordusunu Muhammed Mursî aleyhine faaliyet için ikna etmişti. Olaylar başladı. Temerrüt isimli isyan hareketiyle Mısır kazanı evvela sallandı, bu bahaneyle de ordu kepçesine bu kazana dalmak bahanesi oluşturuldu ve Muhammed Mursî, Temmuz 2013’te, iktidarı üzerinden bir yıl bile geçmeden kanlı bir darbeyle devrildi. Mısır’da, İsrail karşıtlarınca oluşturulan çıkıntı düzleştirilmişti! Darbeyle gelen Sisi ise artık, tasması Kudüs merkezli Büyük İsrail dizaynı için çaba gösteren güçlerin elinde, Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı’dır! Sırada, Hamas ve Türkiye vardır…

Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2002 yılında iktidara gelişiyle Türkiye’nin laik-bağnaz tutumu rafa kalkmış, bu minvalde Suudi Arabistan’la ilişkiler gelişmeye başlamıştı. 2006 yılında Türkiye’ye gelen Kral Abdullah, 1966’dan bu yana Türkiye’yi ziyaret eden ilk Suudî kralıydı. Bir yıl sonra bu ziyaretini yineledi. Türkiye lideri ise Suudî Arabistan’a defalarca gidip geldi. Her sahada işbirlikleri gelişmiş, karşılıklı ticaret hacmi kat be kat artmıştı. Öyle ki; Türkiye’deki laik muhalefet Erdoğan’ı Araplarla yapışık ikiz olmakla suçluyordu. Fakat 2009 Davos krizinden sonra Erdoğan’ı nişanlayan küresel şeytanî güç, Ortadoğu halısını altından çırpan eliyle de bölgedeki karışıklıkları kızıştırmış, Tunus, Libya ve Mısır’da esen Arap baharına karşı adeta karşı bir Arap ayazı tertiplemişti. Suudî Arabistan, bu Arap ayazının baş at oyuncusuydu ve yalancı bahar şeklinde şöyle bir görünmüş Arap baharına karşı tavır almış ve bu tavır, Arap baharını destekleyen Türkiye ile arasını bozmuştu.

2015 yılında Kral Abdullah öldüğünde yerine 79 yaşındaki Kral Selman geçti. Veliahd prens durumları da domino etkisiyle değişmişti. Bu olağandı. Ama gizli bir elin olağan olmayan değişiklik müdahaleleri olacaktı. Bunun için evvela Savunma Bakanı ve veliahd prenslerden Muhammed bin Salman, Amerika’ya uçtu ve Başkan Trump ile görüştü. Bu olağandışı görüşmeye aracılık edenlerse, CIA’nın Ortadoğu temsilciliği gibi çalışan Birleşik Arap Emirlikleri’nin veliahd prensi Muhammed bin Zayed ile Trump’un Siyonist damadı ve özel danışmanı Kushner’den başkası değildi. Kushner’in, Amerika’da adeta Kral Trump’un veliahd prensi gibi bir pozisyonu vardı ve Ortadoğu politikalarından sorumlu olarak resmen atanmıştı. Onun vesilesiyle gerçekleşen bu ziyaretten sonra Trump, Riyad’a geldi ve küre başındaki meşhur poz verildi. Manzara, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, şekli ve rol alanları değişmiş lansmanını tenazur ettirir gibiydi!

Bir ay sonra Prens Salman, omuz atan bir sokak kabadayısı gibi Katar’a çattı. Suni bir kriz çıkarma girişimiydi bu… Bu kriz vesilesiyle veliahtlıkta Prens Salman’dan önce gelen amcası Veliahd Prens Muhammed bin Nayef görevden alındı. İkinci veliahd prens pozisyonundaki Prens Selman, kendinden önceki veliahd amcasını ekarte ederek birinci veliahd prensliğe kuruldu. Yani bir sonraki kral O olacaktı, hatta babasının artık ayakta bile duramayacak haline bakılırsa, aktif kral O olmuştu. Ayağının tozuyla da dizayn çalışmalarına başladı. Mesela Lübnan Başbakanı Hariri’yi Riyad’a davet edip, diplomatik bir eşkıyalık tavrıyla alıkoydu. Yetmedi, Amerika veliahd prensi Kushner’in eline tutuşturduğu 200 kişilik listeyi, bertaraf etti. Bu isimler arasında prensler, bakanlar, valiler vardı. Hepsi tutuklandı ve mal varlıklarına el konuldu. Peki Veliahd Prens Selman, Suudî devletini bütün potansiyelleriyle yönlendiren vaziyetiyle nasıl birisiydi? Bütün dünyaya:

“Tüm dinlere açık ILIMLI BİR İSLAM ÜLKESİ olacağız. Çok yakında radikalizmi bitireceğiz!”

Diye yaptığı çağrıyı hatırlattıktan sonra, onun modernist, İslamî hassasiyetleri olmayan, dünyaca ünlü travesti bir popçuyu Cidde’de konsere davet edebilecek kadar umursuz ve ahlâksız biri olduğunu kaydedelim. Ama hepsinden önemlisi Prens Salman, Kudüs için imanî-İslamî bir hassasiyet taşımamaktaydı! Nitekim 6 Aralık 2017’de Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ettiğinde ıslık çalıp tavana baktı ve bu hadiseyi zımnen destekledi. Türkiye’nin, Batıya karşı bir süre rol üstüne rol çalan lideri Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’den bu hamleye öfke kusarken, Trump, tasmasını ele geçirdiği veliahd prenslerin tebessümlü bakışları altında bu defa 14 Mart 2018’de Amerika büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. Kudüs merkezli Büyük İsrail için, Türkiye dışında Ortadoğu idareleri büyük oranda düzlenmiş, çıkıntılık yapıyor olarak geriye bir tek Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye kalmıştı. Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye, Kudüs’ü satmamıştı, bu sebeple icaplarına bakılmalıydı…

                Amerika ve İsrail, Muhammed bin Zayed ve onun piarıyla Muhammed bin Salman şahsında Ortadoğu’yu elleriyle şekillendirecekleri “Edi ile Büdü”lerini bulmuşlardır. Washington ve Tel Aviv arasında kurulu av hattında, iki avcı köpeği vasfıyla bu iki ismin Ortadoğu havlayış skalası oldukça dalgalı ve hacimlidir… Yemen’de operasyonlar, Ürdün’de İsrail’le kucaklaşmalar, Sudan’da askeri darbeyi finanse etmeler, Sisi ile Filistin davasının gırtlağını sıkmalar ve ennihayetinde, İsrail’le köprüleri atmış Türkiye’ye açık ve organize bir düşmanlık siyaseti izlemeler… Suudi Arabistan’da Türkiye dostu siyaset benimseyenler, BAE Veliahd prensi Zayed’in Amerika namına müdahalesiyle devrilmiştir. Ve Amerika, Arap’ı Arap’a devirtmek yollu siyaseti sevmiştir. Mısır’da Türkiye dostu siyasetin temsilcisi Arap Muhammed Mursî’yi, Arap Zayed, Arap Dahlan, Arap Salman ve Arap Sisi’ye devirtmiştir. Şimdi aynı kadronun eliyle, Mısır, Arabistan, BAE ve Türkiye karesi arasında kalan ve dostluğu sadece kuzey kenarı Türkiye’den görmekte olan Hamas hizaya getirilecek, bunun da orkestra şefliğini gene bir veliahd prens olan Muhammed bin Zayed yapacaktır.

Amerika ve İsrail’in aleni köpekliğinden şeref duyan bu adam, 2018 Temmuz’unda Etopya devlet başkanı Abiy Ahmed’i ülkesine davet etmiş, ona Eritre ile olan anlaşmazlıklarını gidermek maskesiyle yaklaşmış ama ara yerde, İsrail menfaatlerine mutabık bir ılımlı İslam telkininde bulunmuş, hatta Abiy Ahmed’e “Dininizi kaybettiniz!” gibi ukalaca bir kıymet hükmü paralamış ve bunun için Etopya’ya kuracakları bir İslam Merkezi’nden bahsetmişti. Fakat Abiy Ahmet, iman ve feraset gösterecek, gerçekte ülkesinde bir “İsrail Merkezi” gibi işleyecek bu İslam Merkezi fikrini reddedecek ama bununla da kalmayacak, gerçek mürted ve İslam düşmanı Muhammed bin Zayed’e şöyle karşılık verecektir:

                “Sizden mi din öğreneceğiz! Asıl dinini kaybedenler sizlersiniz… Ortadoğu’da yaptıklarınız ortada… Bizler, Arapça’yı daha iyi öğrenecek, bu yolla İslam’ı daha iyi öğrenecek ve size de öğreteceğiz. Böylece İslam’a yeniden dönmüş olacaksınız!”

                Etopya, malumunuz eski Habeşistan… Bu manada adeta Adil Kral Necaşi gibi onur takınan Abiy Ahmet tarafından fırçalanan Muhammed bin Zayed’i, salt “bir kabile devletinin veliahd prensi” olarak görmek yanlış… O, resmen CIA’nın Ortadoğu koordinasyon şefidir ve toplam gücü, görevini iyi yaptığı sürece Amerika’nın gücü kadardır. Dizayn için Bahreyn’e müdahale eden odur, Körfez’e sığamayıp Tunus’ta Nahta hareketini devirmeye çalışan, Mısır’da devrilmesine ciddi katkı verdiği Mursî’den sonrasını idare ve sevk eden ve Kaddafî sonrası için Libya’ya mikser gibi uzanan, Halife Hafter’i öne süren ve destekleyen hep odur ve bütün bunlar, bir kabile devletinin güç ve hacminin çok üstünde şeylerdir. Bu adam, başı kefiyeli de olsa ruhu kipalı öyle bir mürted, öyle bir İslam düşmanıdır ki; Kudus’ün tek bir Yahudi’nin bile ikamet etmediği Hilva Vadisi ve Silvan semtlerinde paralar saçarak araziler satın almıştır ve duyunda inanmayın; bu araziler daha sonra gösterile gösterile birer Yahudi yerleşim alanına dönüştürülmüştür! Haziran 2018’de, Filistin İslamî Hareketi Başkan Yardımcısı Şeyh Kemal Hatib, Mescid-i Aksa’ya bitişik mahallelerde BAE şeyhi Zayed ile Muhammed Dahlan dostu bir işadamının yüksek paralar karşılığında evler satın almaya çalıştıklarını açıklamış ve feryat etmişti:

                “Birleşik Arap Emirlikleri yönetimi, ümmetin vücudunu kemiren bir kanser mikrobudur. Başka şey değil!”

                Kendisine 20 milyon dolar teklif edilen onurlu bir Filistinli, evini bunlara satmamış ve sonra bütün Filistinliler, sosyal medyada “Aç değiliz!” hashtagi açarak, Kudüs merkezli Büyük İsrail için faaliyet gösteren mürted kumpanyasının kumanyasına el sürmeyeceklerini ilan etmişlerdi.

Peki, onlar vazgeçecekler miydi?

2013’teki Mısır darbesinde aktif rol alan Muhammed Dahlan, Mısır’a attığı taşla aynı zamanda Hamas kuşunu da vurmak istiyordu. Mursî iktidardan düşünce haliyle, Gazze’ye nefes aldıran sınır kapıları da kapatılacaktı. Öyle de oldu. Darbeci Cumhurbaşkanı Sisi, ilk elden bu kapıları kapattı. Kudüs’te bir göz odadan ibaret evlerini İsrail güdümlü mürtedlere satmayan Filistinliler, bu defa toplu bir açlık imtihanına maruz bırakıldı. Her şey bir yana, Hamas’ın “M-16’lı fare” olarak gördüğü pislik, yani Filistin davasının aleni haini Muhammed Dahlan, 2017’de Gazze’de düzenlenen Filistin Yasama Konseyi’ne video konferansla katıldı ve:

“Gazze’nin kahraman halkının umutlarını yeniden yeşertmek için Hamas’taki kardeşlerimizle ortak çabalarda bulunuyoruz!”

Diye konuşarak, kediyle sevişen fare videolarındaki gibi ilginç bir vaziyet manzarası tenazur ettirdi. Evvela Türkiye’yi, Filistin davasına nezaret eden kaplan kimliğiyle devşirmek ve sonra Hamas’ı, patileri bağlanmış bir kedi gibi fare dişlerine karşı savunmasız bırakmak taktiği, bir sebepten ötürü ters dönmüş, bundan dolayı Hamas kedisini bizzat Türkiye kaplanına karşı düşman yapmak ve böylece Türkiye’yi basamaksız kaldığı Ortadoğu haritasının dışına itmek, bu yolla da Büyük İsrail’in yekûn haritasını teşekküle getirmek şeklinde ilerletilecekti. Önceki taktiği ters döndüren bu sebep, Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin başarısız olmasıydı. Kudüs davasının kırk yıllık düşmanı Fetullah Gülen, İsrail’le köprüleri atması sebebiyle Recep Tayyip Erdoğan’ı sızdığı ordudaki gücü eliyle devirmek istemiş, ancak başarılı olamamıştı. Sonradan ortaya çıktı ki, BAE, Fetullahçı ihanet şebekesine darbe öncesinde ciddi miktarda para aktarmış, bu parayı aktarırken de Muhammed bin Dahlan’ı paravan olarak kullanmıştı. Darbenin hemen ertesinde, asrın münafığı Fetullah Gülen’e, nifakını daha da yaygınlaştırmak ve darbe girişimini bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın kurguladığı yalanını attırmak için tutulan mikrofon da, Muhammed Dahlan’ın sahip olduğu Mısır merkezli televizyon kanalına aitti. Recep Tayyip Erdoğan, imanı vesilesiyle kendisinin dahil olmadığı “Kudüs’e ihanet” ekibine aynı gün şöyle bir bakmış ve Fetullah Gülen’le beraber Muhammed bin Dahlan için aynen şöyle demişti:

“Mısır’da bir televizyona röportaj vermiş ve aslında bu televizyonun arkasında da yine bir terörist var!”

Kudüs’e ihanet edenler için yeni yol belliydi: Öz vatanında deviremediklerini, hiç bari uzandığı İslam coğrafyalarından uzak tutmalı, bunun için onu selamı alınmayan bir lider pozisyonuna düşürmeliydi. Evvela Hamas’ın maddi destekçisi Katar’a umumi bir boykot başlattılar. Türkiye’nin çabasıyla bu boykot sekteye uğratılsa da, Gazze’deki insanî krizi derinleştirdi. Muhammed Dahlan, vesveseci bir fare olarak Gazze’ye yanaşmış ve ilişkilerini düzeltmesi için Mısır’a yaklaşmasını ona telkin etmişti. Aslında O, Kudüs merkezli Büyük İsrail projesinin tam ortasına bir kazık gibi saplı engeli sökmeye çalışıyordu. Hamas’ın Türkiye’den uzaklaşması ve Prens Salman ve Prens Zayed’in de içinde bulunduğu bloğa Sisi üzerinden katılması, Türkiye’yi bu coğrafyada boşlukta salınan bir helyum balonu vaziyetine düşürebilirdi. Hem bu yolla Hamas da, hem Filistin, hem de İslam ülkeleri nezdindeki karizmasını yitirecek ve İsrail karşısındaki mermerden vasfı, bir kaşar tekerine dönüverecekti. Bunun için Dahlan, Gazze’de görülse kendisini sorgusuz öldürecek Hamas’a, BAE’nin ve Mısır’ın sağlanacak destek garantileriyle gitti. Gazze’de sosyal yardım programları başlatacağını ve BAE prensi Zayed’in, 150 milyon dolarlık dev bir elektrik santralini Gazze’ye kurmak için hazır beklediğini söyledi. Gazze’ye elektriği İsrail kesiyor, elektriği geri açmak teklifiyle Gazze’ye BAE geliyordu! Sahnede tam bir kâfir-mürted tradisyonu vardı ve mahsulünü vermeye başlamıştı!

2018 Şubat’ında Hamas ile Dahlan’a yakın isimler Mısır’da görüştü. BAE ve Suudi Arabistan baskısı, Mursî-Katar mahrumiyeti ve üstüne El-Fetih sıkıştırmaları, Hamas’ı taktik gereği de olsa Muhammed bin Dahlan’la anlaşma noktasına getirdi. BAE ve Suudî Arabistan kesenin ağzını açacak, İsrail ablukayı gevşetecek, Mısır Refah Sınır Kapısı’nı açacak, bunun karşılığında Dahlan’a Filistin siyasetinde yer açılacaktı. İşe bakın ki; İsrail’deki bazı gazetelerin de yazdığı üzere, İsrail, BAE, Suudî Arabistan ve Mısır, Filistin’de yönetimi değiştirmek için anlaşmış, Mahmut Abbas ve Hamas yerine Muhammed Dahlan’ın Filistin’i yönetmesine karar vermişlerdir. Bu şenî vakıanın gerçekleşmesi demek, mürtedler eliyle Kudüs merkezli Büyük İsrail’in teşekküle getirilmesi demek olacaktır! Bu süreçte boğazda takılı kılçıklarıysa Türkiye’dir ve onun da icabına bakılmak üzere kafa yorulmaktadır!

                Trump’un, veliahd prensi gibi davranan damadı ve Ortadoğu danışmanı Jared Kushner tarafından, güya İsrail ile Filistin kavgasına son verecek ve ismi “Filistin-İsrail Barış Plânı”, vasfı ise “Yüzyılın Anlaşması” olarak ilân edilen bir plân hazırlandı. Bu plâna göre ordusuz sözde bir Yeni Filistin Devleti kurulacak, tesis edilecek Kudüs Belediyesi İsrail’e bağlı olacak, Hamas ve İslamî Cihad gibi gruplar silah bırakacak, Filistin’deki mali durum iyileştirilecek, bunun için Amerika, Avrupa Birliği ve Körfez ülkeleri mali destek sağlayacak, anlaşmayı kabul etmeyen gruplar olursa eğer, İsrail’le beraber onlara bu defa Amerika’nın kendisi de saldıracak… Mürted Arap liderlerin parası, Amerika’nın kabadayılığıyla Büyük İsrail için büyük hamle sayılacak bu plân, şimdilik Filistinli gruplar tarafından reddedildi. Ama Kushner, yaptığı çalıştaylarla Amerika’nın bu emelini safha safha icra için uğraşmaya devam ediyor. Nasılsa biraz daha vakitleri vardır ve Kudüs merkezli Büyük İsrail’i tam tesis etmek için bu sürede, Recep Tayyip Erdoğan yüzünden Türkiye’nin arkı tıkayan kaya mesabesindeki engeli giderilecektir. Ama nasıl?

                Ortadoğu’ya Kudüs merkezli olarak attığımız bu sathi nazar, bize göre Türkiye’nin Recep Tayyip Erdoğan şahsında Büyük İsrail’e engel olucu vasfını artık “Recep Tayyip Erdoğan sonrası” gibi çözümle gidermek istendiğini tenazur ettirmektedir. Polisiye, finansal, hiç olmadı askerî darbe girişimleriyle alaşağı edemedikleri Recep Tayyip Erdoğan’ın yoldan çekilebilmesi için önlerindeki üç seçenek şunlardır:

-65 yaşındaki Türkiye liderinin doğal yoldan ölümü… İzsiz bir suikast yoluyla suni bir ölüm… Siyasî yoldan başarısız kılınıp yaşarken tesirsizleştirilmesi…

İlk ikisinin çabası için her an tetikte bekleyenler, üçüncü çaba için zaten icray-ı faaliyetteler… Ve atbaşı ilerletilen bu üç çaba boyunca asla dizaynından vazgeçmedikleri şey ise Recep Tayyip Erdoğan’dan sonrasıdır. Eski Türkiye artığı ve üçüncü sınıf derin devlet mahfillerinde, siyaseten yenilmeyen Recep Tayyip Erdoğan’dan sonrası için yanaşık prensler siyaset sahasına sürülmüştür. Bu manada en büyük avantajları da, Ak Parti siyaset organizasyonundaki fikirsizliktir. Hani gönlünü kapmak istediği kıza parayla tuttuğu serseriler gönderen ve sonra onları suni bir kavgayla döven bir uyanığın hali, böyle prenslerin siyaset sahasına sürülmüş halleridir. Recep Tayyip Erdoğan’a edilen sahte nevinden bir iltifata, Ak Parti’de hoşamedi etmeyecek fikir çitli adam sayısı pek fazla değildir. Zaten vaziyet açıktır, Recep Tayyip Erdoğan’a 20 yıl hakaret etmiş bir adam, ona bir an iltifat edince Ak Parti’den pek kolay alkış almakta ve dakkasında hükümet dahlindeki önemli makamlara namzet gösterilmektedir. Hatta bu tiplerin, böyle makamlara kurulmuş olanları da vardır!

Bu süreçte herkes, “Recep Tayyip Erdoğan’dan sonrası” şarkısını en çok tekrarlayan siyaset konsimatrislerine dikkatle bakmalı ve üzerindeki üçüncü sınıf derin devlet bandrolünü görmelidir… Ama milli ferasetle siyaset kıçına okkalı birer tekme yiyerek icabına bakılacak böyle tiplerdense, esasta Kudüs merkezli Büyük İsrail için çaba sarf eden küresel ve şeytanî güçlerce seçilen ve Recep Tayyip Erdoğan için veliahd prens olarak düşünülen kimseye odaklanılmalı… Bu manada önce soralım:

-Recep Tayyip Erdoğan onlara hangi hususlarda hayır dediyse, Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra hepsine evet diyecek veliahd prens kimdir?

Sonra da, hiçbir ima ve müşahhas şahıs işaretinde bulunmadan ve sadece solda değil, sağda olması icap ettiğini belirterek bu veliahd prensin kim olduğunu, deminden beri kısmî bir manzarasını göstermeye çalıştığımız fikir tedaimizle vermeye çalışalım ki; o da şudur:

“Kimde Kudüs hassasiyeti yoksa, Recep Tayyip Erdoğan’dan sonrası için düşünülen veliahd prens de odur!”

Böyle bir kimsenin kim olduğunu bulmak için tabi ki kameralar önünde söylenmiş ve baş dilinden çıkma hesabî sözleri taramanın bir manası yoktur. Zira böyle bir kimse, kameralar önünde Kudüs’e serenat yapan ama hususi mahfillerinde Kudüs’ü adeta ayağa takılı belalı bir bağ gibi takdim eden biri olmalıdır. Hasretle eline o bağı kesecek makasın verileceği günleri bekleyen bir kimse… Tekrar ediyoruz: Açıktan asla belli edilmeyecek ve söylenmeyecek kanaatlerini, gizli mahfillerde bıyık altından söyleyen bu veliahd prens kim ise, muhakkak Filistin’i Türkiye için ayak bağı görüyor olmalıdır, İsrail’le dost olunmasını sık sık dile getiriyor olmalıdır ki; böyle bir kimse, Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Türkiye’nin saklı düşmanı ve Kudüs merkezli Büyük İsrail projesinin pürüzsüzleştirilmiş lider adayıdır… Yani saklı esaretimizin işlenmekte olan cilalı prangası… İçli bir dua saikiyle:

“Ve mekerû ve mekerallah!-Onlar bir tuzak kurdular, Allah da…” (Ali İmran-54)

Diyoruz ve başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm milletimize Allah’tan feraset niyaz ediyoruz…

“Türkiye’nin veliahd prensi kimdir?” sualine gelecek muhtemel cevaplardan bazısına göre Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek isteyenler içinde, farkında olmaksızın bizzat Recep Tayyip Erdoğan da bulunmaktadır! Diyoruz ya; mesele komplikedir ve feraset ayaktan başa, hepimize lazımdır…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi